"Deniz o kadar durgun, o kadar durgundu ki karıncalar su içerdi" diye bir Karadeniz balıkçı terimi ile başlayan kitaptır.
Ada kalabalıklaşır. 508 sayfalık romanımızı tek cümlede böyle özetleyebiliriz. Poyraz Musa, Baytar, Nişancı Veli, Lena ve Vasili'nin ardından yeni muhacirler adayı şenlendirir. Bunların arasında dengbejler, Girit muhacirleri, Karadenizliler ve bittabi Poyraz'ın sevdalanacağı Zehra da vardır.
Usta, bu kez romanın omurgasını oturtma kaygısına falan kapılmadan içinden geldiğince yazmış bana göre. Eserde tasvir edilen sofraları çıkarırsanız bir 100 sayfa daha eksilebilir mesela. Kabak çiçeği dolmaları, zeytin ağacı kütüklerinin közlerinde cızır cızır yağlarını akıtan, deniz suyuyla temizlenmiş balıklar, taze nane kokulu tarhana çorbaları da olmadan romanımız eksik kalırdı ama.
Bu son roman, öyle bir geniş ve dar ruh haliyle yazılmış ki, Ustanın söyleyeceklerini satır aralarında okumalı insan. Yoksa "bu roman nereye doğru gidiyor ?" diye düşünürsek hafakanlar basabilir. Bunun yerine dengbej Uso'nun anlattığı Faki'nin öyküsüne kafa yoracaksınız, Ağaefendi'nin Girit özlemini anlamaya çalışacaksınız, sıklıkla yapılan savaş betimlemelerinden ürkeceksiniz, Musa'nın Zehra'yı gördüğünde hissettiklerini içinizde hissedeceksiniz. Hülasa : kasmadan okuyacaksınız, geniş zamanlarda okuyacaksınız, öyle yolculukta falan değil, mümkünse herkesi yatırdıktan sonra okuma ışığında okuyacaksınız.
Açık ve net olarak ifade ediyurum ki : tadından yenmez.