Hayati Tehlike, Müntekim Gıcırbey, Şebnem Şibumi, Atom Bombacıyan, Abidin Dandini, Leyla Kalahari, Selman Elma, Ezel Zelzele, Ganimet Granada, Nuri Torino, Halil İbrahim Kalibre, Vakur Avangart, Nadide Dide, Dilara Dilemma, Neptün Petunya ve daha böyle niceleri arasında (isimlerinin frekanslarına uygun şekilde) gayet hareketli bir kurgu ile aforizmalarla yazılmış romandır.
Zamanında ödül de almıştır. Menteş üslubu bu romanda da tam gaz ilerliyor. Karakterlerin etrafında olaylar tam gaz ilerlerken okur; konuya mı, aforizmalara mı, tespitlere mi yoğunlaşacağını şaşırıyor ve 424 sayfalık roman bir çırpıda bitiveriyor.
127 ve 137 sayfalar arasında ise "misafir sanatçı" Ersin Karabulut bizi çizgileriyle karşılıyor. Kitapta çok küçücük te olsa bahsi geçen Huduni adlı bir papağanın öyküsünü gözlerimizin beğenisine sunuyor.
İlk başlarda "dur" dedim "hoşuma giden yerlerin altını bir çizeyim", baktım çok kalem gidecek, bu işi yapmayı ikinci okumaya erteledim.
Meraklısı tespit ve aforizmalara yoğunlaşır (lakin uyarmalıyım ki bunlar pek de felsefik değerlendirmeler değil "feysbukta" falan "paylaşılacak" (neyi paylaşıyorsak ?) malumatfuruşluklardır en fazla (harbi tespit isteyen bir zahmet Kirkegard'a falan eğilecek)), polisiye meraklısı ise aksiyonu takip eder. Her türlü gider yani.
Bu kitap ve diğerlerinde de aynısının tıpkısı bir ortak nokta var. Sonları pek de beklediğiniz şekilde bitmiyor. (Aynısı İhsan Oktay Anar kitaplarında da vardır.) Yazar burada üslubun ve sürecin sondan daha önemli olduğunu mu belirtmek istiyor ? Yoksa "sevgilisine mi sesleniyor" ? Bu değerlendirmeler fakirin irfanını aşıyor.
Sadece edebiyat hakkında ilgimi çeken bir paragrafı aşağıya yazıyorum. Kitabın genelgeçer bir tutamını tatmak isteyenler için.
Buyurunuz efendim !..
"Edebiyat mırıltının ve naranın yerini tayin eder. Onlara ayar çeker. Eşya, kelimeler karşısında savunmasız, dirençsizdir. Zihnimizi edebiyat dekore eder. Kalbimiz ile beynimiz arasında işlek kanallar, tüneller, koridorlar açar. Ahlaki olgunluğun, vicdan hassasiyetinin, gönül ferahlığının imkanlarını; edebiyat sayesinde keşfederiz. Bir kumandanı, bir deliyi, anneyi, büyücüyü, talebeyi, avukatı, fahişeyi; korkağı, cömerdi, zavallıyı, kurnazı, dahiyi, tembeli, salağı... kelimelerinden tanırız. Sağlam bir edebiyat donatımı, bize insanların ruhunu sezme, insanlığımıza hakim olma, sahip çıkma gücü verir. Birbirimizi hakikaten tanımamız, sahiden anlamamız derinden kavramamız edebiyat sayesindedir. Cehaletten, zalimlikten, hoyratlıktan, çiğlikten, zayıflıktan başka nasıl sıyrılabiliriz ? (Yaradan; kitlelere, okuyan liderler nasibetsindir ! (bu benden)) Edebiyat, terbiyenin namûtenahi hulasasıdır. Görgünün vitaminidir, bizi telef olmaktan kurtaran şifalı iksirdir. Bizi, elimizdekilerden farklı bir sonsuzluğa sevk eder. Hem ağaçları, hem ormanı görmemizi sağlar. Yaprakların bakışlarını, meyvelerin soluğunu, gövdelerin çarpıntısını duyarız. Ardı arkası kesilmeyen ibret ve hikmet patlamalarının arasında yaşadığımızı fark ederiz. Harbin, sulhun, muhabbetin, dostluğun, aşkın, nefretin, emeğin, dikkatin, tedbirin, takdirin... manasının öğreniriz. Mânâ ile anlam arasındaki ayrıma temas ederiz. Anlam, bizdeki karşılıktır, mânâ ise hakikatin kendisidir. Böylece, benzer şeyler arasındaki farklar ile farklı şeyler arasındaki benzerlikleri kurcalarız. Gönlümüz neye elverir, vicdanımıza ne sığar, aklımız neye erer ? Edebiyat bilmeyen, soru soramaz, cevap bulamaz, problem çözemez." S.93-94
Yani nereden baksanız, kayıtsız kalınamaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder