21 Haziran 2017 Çarşamba

Aradan 20 yıl geçtikten sonra Trainspotting izlemek.


   İlkini çıktığı gibi izleyememiştik (o zamanlar filmler hemencecik gelmiyordu yalnız ve güzel ülkeme). Yamulmuyorsam iki yıl sonra falan izlemiştim. İkincisini de biraz demlenmesi için bıraktım. İlkini izledim. Sonra da buna başladım. Aradan geçmiş 19 yıl.
   Cankilik, arkadaşlık, fırsat, ihanet eksenindeki ilk filmden sonra, oyuncuların o oturmuş görüntüleri (koşu bantındaki Rentın yerlere yatırdı fakiri), "bakalım ne olacak ?" diye meraklana meraklana, ikinciyi de bitirdik. Hakkını yemeyelim, güzel bağlamışlar. 
   Nedir : ilki de pek sarmamıştı fakiri, ikincisi de. Beğenen beğenir, ama kendimden, çevremden fazla bir şey bulamadığımdan, içselleştiremedim pelikulayı. Muhalif olmak için uyuşturucu almaya gerek yok bence. Bir iki kitap okusa aynı sonuca çıkabilir insankişisi. 
   Yoksa film olarak güzel !  Sıkılmadan, kişilere odaklanıp (hepsi de pek şükela resmediliyor) rahatça izleniliyor. Ama nebliyim, bu konuda ezici çoğunluğa katılamiicim. 
   Spud iyidir. Spud'a diyecek bir şey yok.
   

20 Haziran 2017 Salı

"Aziz Bey Hadisesi" Ahh !

   172 sayfa, 6 öykü. İlki kapakla tastamam bütünleşiyor (Can'ın yeni kapaklarını sevemedim, istiyorum olmuyor (yaşlanıyorsun Arakolpa ! (bunlar hep yeniliğe direnç))).
   Aziz Bey'in öyküsü, daha ilk satırlardan aldı beni içine (mekana, kişilere, meşk adabına aşina olduğumdan zaar (zaar !)). Çabucak bitti. Sonraki öyküler de güzeldi ama ilki kadar değil. Bir de hep kahır, hep kahır. Yalnızlıklar, ayrılıklar, sinsi kötülükler, yalanlar, dolanlar, uzun uzun pencerelerden bakmalar (festival filmi gibi). Yine de arızalı babaların çatlak kızlarından sonra iyi geldi. 
   Nedir : yazarımızın diğer kitaplarına temenna edersek, bunun önünde hafifçe baş selamı veriyoruz.

"2 Coelhos" Ritchie ve Tarantino Brezilya'da.

   Sayın Menteş'in önerisiyle bu akşam izlediğim, feci halde hızlı filmdir.
   Edgar; Walter'ın eşi ve çocuğunu ziyan zebil bir trafik kazasında katleder. Olaylar gelişir.
   1 saat 41 dakika doludizgin koşuyor gibi oluyorsunuz. O kimdi ? şimdi neler oluyor ? diye sorarken, yönetmen bey taşları (yeri geldiğinde) yerine oturtuyor.  Son sahnede de "haa !" diyorsunuz "ince görmek böyle bir şey.".
   Feci halde gayriçi ve tarantillo kokmakta ancak ikisinden de farklı olarak şükelâ bir favela/downtown karşıtlığı barındırmaktadır. Yanınızda; sizin de içinizden geçirdiğiniz soruları yüksek sesle soran birileri yoksa izlemek pek keyiflidir (sonlara doğru Radiohead'ı duyacaksın, şaşırma !). 
   Ortaların sonuna doğru biraz sarkan tempo, sonlara doğru toparlanmakta ve filmimiz ilgiyi düşürmeden rahatlıkla izlenmektedir. Öneririm yani...

"Arıza Babaların Çatlak Kızları" Bir "Çöp Masalları" Değil !...

   80'li yıllar. Ankara'nın varoşları. "Arıza" olarak betimlenen ama gayet standart babaların, "çatlak" olarak nitelendirilen standart kızlarının öyküsü. 
   160 Sayfayı da bir "Berci Kristin Çöp Masalları" tadı bularak ümidiyle okudum, sonunu zor getirdim. Suçu bünyede aramak gerek ! Latife Tekin'in bombastik kitabının geçtiği mahallelerle bir rabıtam oldu. Romandaki kişilerin bazısını (elbette ki gerçek hayattaki replikalarını) tanıdım. Ankara varoşlarını o kadar bilmiyorum. O çevreden bazı bebeleri tanımışlığım var ancak Bayan Görgün'ün kitabında kullandığı dili kullanmıyor, o çerçevenin dışında duruyorlar. Tabiy ki arkaplanda varoşlardaki (biçare) kadının rolü, durumu, işlevi veriliyor ancak diyaloglarda, akışta bir türlü kendimi kitaba veremedim. Zorlukla bitti.
   Okuyabilirsiniz ama "Çöp Masalları"nı okuduysanız yavan gelebilir...

14 Haziran 2017 Çarşamba

Ah Muhsin Ünlü Döşüme Bıçaklar Saplıyorsun !

   Bir şiir, her okunduğunda zırıl zırıl ağlatır mı insanı ? 
   Evet !
   Yıllardır böyle bu...

"Resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
Resulullah yolda Ebu Bekir’i görse ‘es selamu aleyküm ya Sıddık’ derdi,
ben yolda Ebu Bekir’i görsem tanımam.
Resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.
Resulullah Azrail’i yolda görse tanırdı;
ben Azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.
Resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey Allah'ın Resulü;
fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız ?
Resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘kızım ha gayret!’;
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben…’;
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz
Resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının
anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf...
Resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.
annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz !
olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
Resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa Resulullah da ölü annem de ölü."
Ah Muhsin Ünlü



12 Haziran 2017 Pazartesi

"Ateş Yolu" ya da "Roadworks" ya da King'den Korkutmayan Roman.

   1981'de yazılmış. Fakir, 1980'lerin sonunda okumuş ve içi bayılmıştı. Neredeyse 40 yıl olmuş. Bir kere daha açtım kapağını.
   Sonlarına geldim. Bitirmeden yazıyorum bunları. 270 sayfa, bir karakterin adım adım delirmeye yaklaşmasını izlemek isteyenler ıskalamasın. Sonunu kadar okumayı istememin nedeni, hastalıklı bir merak sahibi olmam. Yoksa: Bartındovs'un Niksın'a bol bol laf sokmalarına, deliliğe nasıl adım adım yaklaştığına, şizofreninin nasıl geliştiğine pek bir ilgi duymuyorum.
   Yine de; hayranları yazarın 1981'deki ruh halini (madde ve alkol bağımlılığı, rejime muhalif falan (oldukça köşeli yani)) merak ederler ve başarılı bir şizofreni romanı okumak isterlerse okuyabilirler. Yoksa ! gerilim, korku falan peşindeyseniz hiç yaklaşmayın.

11 Haziran 2017 Pazar

"Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor" Uzun Köşe Yazıları.

   11 Bölüm, 440 Sayfa.
   Yazarın bakış açısı belli (hep o açıdan bakıyor). Odatv ve yazdığı gazetedeki yazıları takip ediyorsanız biliyorsunuzdur.
   İşte o yazıları alıp, detaylandırın, 11 tanesini ciltleyin, bu kitaba sahip olmuş olursunuz.
   Okurken fenalıklar geldi. Aman Allahım neler oluyor ? modundayken, bitince Stiivınking açtım bir tane. Kafa pırıl pırıl oldu. 
   Biraz sakinleşince : kitaptaki verileri kontrol etmeye başladım. Evet, doğru. Kenarda köşede kalmış haberler (belirli bir açıdan bakınca) yazarın vardığı sonuçlara işaret ediyor. Nedir : böyle bakınca insan ciddi mutsuzluğa sürükleniyor. Ancak kitabı okumadan önceki halimden daha farklı düşündüğümü de belirteyim. Kıbrıs, Cemaat, cemaatçikler; indimde daha farklı bir yerdeler şimdi. 
   Kitaba yönelik eleştirim de şudur : içinde Marks'ın Frenhofer benzerliği de var, Kıbrıs meselesi de. Yani oldukça geniş bir konu yelpazesi var. Tek ekseni yok. Artısı : okurken sıkmıyor. Eksisi : kitap değil köşe yazısı okur gibi oluyorsunuz.
   Ne diyim : arpacık kumruları gibi düşünmek isteyenler alır okur, çevresindekilere daha farklı bir gözle bakar. İstemeyen de okumaz, cehaletin mutluluk verici huzuruyla oturur durur. 

4 Haziran 2017 Pazar

"Wonder Woman"

   Roma mitolojisindeki av tanrıçası Diana; Yunanca isimli bir adada kılıç çatıp havada taklalar atmaktadır. Ada, yelkenli tekneyle (üstelik gece kimsenin kullanmayıp yol alabildiği (bir nevi otopilotu olan bir yelkenli (olsa da alsak !))) Londra'ya bir gecelik mesafededir. Diana, amazon olduğunu zannetmektedir ama aslında savaş tanrısı Ares'i (Hayripıtırın profesör (kurtadam) Lupin'i) yok edebilecek yegane silahtır. Neyse Diana'mız, hayli kalın bileziklerini, teneke/deri karışımı kostümünü giyerek, kahraman İngilizlerle (hakkını yemeyelim senaristlerin, esas time bir İskoç, bir Arap ve bir de (ne alakası varsa) Kızılderili yerleştirmişler (mültikültürel yapı bir nevi) insanlığı savaştan kurtarmaya hallenir. Böyle de bir senaryomuz var.
   Bol miktarda ağırçekimli hoplama zıplama içeren filmimiz Marvıl'ın kahramanlarına karşı DC komiksin kahramanlarını çıkarıyor. 
   Ciddiye almayıp, sadece kafa boşaltmak için gittiğim bu filmlerden zerre haz almıyorum. Sadece iki holivut devinin birbirini altetmek adına neler yapabildiğini merak ediyorum. Burada da ilan ederim ki : bir daha bu tür filmlere para kazandırmayacağım. Oturur evde izlerim paşa paşa. 
   Filmimizin IMDB'deki puanına (gün itibarıyla 8.3 gibi kuntastik bir reytingdedir) falan aldanmayın. Böyle idrakfersa senaryolara (eğer Marvıl'ınkiler gibi gülümseten gag (ne işim olur gagla magla !) şakacıkları yoksa) bilet parası vermek israftır. Birden fazla filme gitmek ifrattır. 
   Velhasıl : sinemada izlemeye değmez. Ben yandım, siz yanmayın !