Yavruvatana Ankara'dan doğrudan uçuşlar ucuzlamış ve Kıbrıs'ta havalar 40 dereceyi bulmamışken, haftasonu bir kaçamak yapıp cümle adayı şöyle bir tavaf ettik.
İş bu makalede; yapılan şıpınişi geziden üç hücreli beynimde kalan bilgi kırıntıcıkları, meraklı seyyahlara aktarılmaya çalışılacaktır.
Kıbrıs'a giriş çıkışlar, pasaportla yapılabildiği gibi (ki bu durumda yurtdışı çıkış harcı ödemeniz ve pasaportunuzda Kıbrıs giriş damgası olacağından bir daha Yunanistan'a girememe gibi seyyahın aleyhine olabilecek yaptırımlar vardır, bu yolu tercih edenler muhtemel (yahut potansiyel) mazoşisttir), uçak biletinizi ibraz ettiğinizde pasaport polisinin yanında bulunan A6 boyutlarındaki küçük bir kartona kişisel bilgilerinizi yazdığınızda giriş çıkış damgalarının pasaport gibi damgalandığı pasaport yerine geçen bir belge ve kimlik belgesiyle de yapılabiliyor. Bu belgeye adadan çıkışta da damga vurulacağından saklamak zorundasınız.
Kıbrıs'ın duty-free dükkanları memleketimin firiişoplarından farksız. Aynı markalar, aynı fiyatlar.
Adada toplu taşıma pek zayıf olduğundan araç kiralamayı öneririm. Orta segment araç kiraları günlük 80-90 TL. arasında. Benzinin litresi 3.2 TL. Her halûkarda toplu taşımadan çok daha avantajlı. Müşteriye aşırı bir güven var. Aracı teslim ederken park yerine bırakıyor ve anahtarı orada bulunan kutulara atıyorsunuz.
Araç kiralarken muhakkak bir navigasyon (çalışan ve adanın haritası yüklü ! (niye böyle diyorum ? Çünkü Kuzey Kıbrıs'ın statüsü uluslararası arenada pek bir belirsiz olduğundan (bir tek biz ayrı bir ülke olduğunu kabul ediyoruz) birçok navigasyon sisteminde tanımsız) olmasına dikkat edin. Normal Kıbrıslılara yol sorduğunuzda "Anibal'i biliyon ? Ordan vur aşağı, ikinci çemberden (döner kavşağın Kıbrısçası) üçüncü çıkıştan ilerle ......" diye başlayan tarifler alıyor "yav ben ne bilirim Anibal'i" dediğinizde ise "Ercanların telefoncusu geçtikten sonra...." diye başlayan ayrı bir tarif alıyorsunuz. Hal böyleyken, hernasılsa harita yüklemeyi başardığım ucuz piranha navigasyonum fakirden çok dua aldı.
Bakınız yine öneriyorum (hararetle); navigasyonunuz olsun.
Aracı kiraladınız. Aaa direksiyon ters tarafta. Buna alışmanız bir gün falan sürecek. Vitesi sol elle değiştirmeye (mümkünse otomatik araç kullanın), dikiz aynasına baktığınızda kapının dışını görmeye (sol üstte o), geri vitese taktığınızda arkaya bakarken yanlış tarafa bakmaya, trafikte karşınızdaki aracın aslında ters şeritte olmadığını, sizin yanlış tarafta olduğunuzu anlamaya hazır olunuz. Buna mukabil Kıbrıslılar sakin ve uygar sürücüler. Aksileşmeler, bakış atmalar, inatlaşmalar falan olmuyor. Bir günde alışırsınız yani. Sadece sağa dönerken açıktan, sola dönerken içeriden alın, çemberdeki araca öncelik verin. Sorun yok.
Şehirlerarası yollarda bazı hız sınırlamaları var. Normali 100, döner kavşaklar 75, yerleşim yerleri 65 km. birçok yerde kameralı görüntüleme sistemleri var. Çalışıyor mu diye hiç denemedim, riske de girmedim, hız sınırlamalarına uydum, gördüğüm her sürücü de uyuyordu. Makas atma yok. Şehirlerarası yollarda hiç kamyon-beton mikseri-hurufat aracı-iş makinesi yok (şimdi ben Ankara'dan geldiğim için bunlar şehir içinde neredeyse binek aracı kesafetinde olduğundan bünyede şaşkınlık yaratıyor tabiy ki).
Önyargılı gittim adaya. Yok efendim Kıbrıslılar Türkiye'den gelenleri sevmiyorlarmış, tembellermiş, tüm dertleri Türk kazıklamakmış, hayat pahalı, içkiler ucuzmuş gibi okuduklarımdan kalan önyargılarım (hadi önyargı demeyeyim de) koşullandırılmalarım vardı. Kaldığım üç günde gördüğüm kadarıyla : insanlar çok yardımsever ve güleryüzlü (özellikle köylerde), buğday hasadı yapılmış ve yapılıyor, esnafı kazıklama derdinde değil, evet içki ucuz ama abartılacak kadar değil, evet hayat ucuz değil ama pahalı da değil. Memleketimdeki ortalama bir büyükşehir kazıklığından bahsediyorum. Bahis salonları ve kumarhaneler var. Bunlara ilgi de sadece kumarbaz tayfasını ilgilendirir. Burada yazmasam şişerim. Bir kumarhanenin kapısında içeri girmeyecek olanları yazmışlar : "Asker-Öğrenci-21 yaşından küçükler-KKTC vatandaşları giremez". İşletmenin dürüstlüğüne hayran oldum. Kazıklayacağı kitleyi tespit etmiş ve kanımca son derece de hakkaniyetli.
Hemen her yerleşimde camiler ve kiliseler yanyana. Kiliseler kullanılmıyor ama tahrip edilmiş de değil.
GAZİ MAGOSA (YAHUT MAĞUSA)
Fakir, tekaüt gedikli olduğundan kapalı Maraştaki orduevinde kaldık. Kalenin surlarından sağa doğru gidince kontrol noktasına giriyor ve kapalı Maraş'a duhul ediyorsunuz. Bir buçuk iki kilometrelik bir yolculuğun ardından orduevine gidiyorsunuz. Sevmem orduevlerinde kalmayı ama bu kapalı Maraş'ın kapılarını açıyorsa katlanacağız dedik. İyi de yapmışız.
|
Maraş |
I am Legend filmini bildiniz mi ? O filmin set dekorunu ve CGI larını düşünün. İşte onun canlı halini görüyorsunuz. 42 yıldır içinde insan yaşamayan binalar. İçlerinde eşyalar, bahçelerinde zıvanadan çıkmış nebatat, yolları kaplayan bitkiler, kırık camlar, yol üzerinde BM'in bir binası (ki sadece bir iki odası kullanılmaktadır), kurukafaların göz delikleri gibi pencereler, tabelaları vitrinleri tastamam dükkanlar, malikaneler, dönemin şaşaalı binaları. Geceleyin korkutucu, gündüzleyin hüzünlendirici.
|
Maraş |
Magosa bir öğrenci şehri olmuş. DAÜ'nin mültikültürel öğrenci yoğunluğu (oldukça fazla çikolata renkli öğrenci kardeşlerim var), şehrin üniversite bölgesinde bir hareketliliğe neden olmuş ama bu hareketlilik yanyana dizilen dükkanlar, Lemar AVM (adanın bir süpermarket zinciri), kafeler ve yeme içme yerlerinin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bence asıl Magosa, surların içi. Burada görkemli gotik bir katolik kilisesine eklemlenen minare sayesinde Lala Mustafa Paşa Camii olan benzersiz yapı, Namık Kemal Müzesi, daracık sokaklar, begonviller altındaki güzel kafeler, mamülleri iyi olan Petek Pastanesi, kaliteli ürünler satan turistik dükkanlar, acelesizce rüzgarı seyreden adalıları temaşa edebilirsiniz. Caminin hemen karşısındaki meyhaneler de kimsenin hiddetli bakışlarına hedef olmamaktadır (umarım olmaz da !).
|
Lala Mustafa Paşa Camii |
|
Lala Mustafa Paşa Camii |
|
Magosa'dan bir kilise |
|
Camiin içi (tipik Osmanlı mimarisi :)) |
LEFKOŞA
Magosa'dan 55 km. falan sonra Lefkoşa'dasınız. Dış mahallelerde hiç zaman kaybetmeden doğrudan sur içine girin. Bunun için muhtemel Girne kapısını kullanacaksınız. Aracı uygun bir yerde bırakıp tabana kuvvet merkeze ilerleyin. Şehrin ruhu oralarda. Kadim bir yerleşke olduğu her yerde kendini belli ediyor. Yakın dönem ve eski dönem binalar yanyana. Bölünme noktasına (Berlin birleştikten sonra bölünen tek başkent) yaklaştığınızda hareketlilik pik yapıyor. Burada da Magosa'daki camiye benzer bir cami var (Selimiye Camii). Gotik binaya eklemlenmiş (bu sefer iki) minare. İçini de boyamışlar. Olmuş mis gibi cami. Bir tek kıble problemi kendini gösteriyor. O da halılardan belli oluyor. Dümdüz bir binada verev ibadet de Kıbrıslı mütedeyyinlere nasib olmuş, hayırlısı olsun. Turist yoğunluğu burada bir hayli fazla. Bir kaç gün rahvan rahvan gezmelere değer. Şahsen benim de en sevdiğim şehir (denizden uzak olmasına karşın) Lefkoşa oldu. Resmi tatil olduğundan müzeler kapalıydı, gezemedik. Ama Barbarlık Müzesini gezmek de içimden gelmiyordu. Savaş korkunç bir şey, icat eden de görmesin cennet (Yaşar Kemal Usta'ya bin selam).
|
Selimiye Camii |
|
Selimiye Camii içi |
|
Bölünme noktası |
|
Lefkoşa sokaklarından bir kesit |
|
Lefkoşa sokakları |
GİRNE
Lefkoşa'dan çıktınız, bir saat içinde Girne'desiniz. Burada merkez : sahildeki bir koy. Burada otoparklar var, trafik sıkışıklığı oluyor. Nedir : sahildeki lokantalar, buraya yönelik dükkanlar, şimdiden (Nisan) bir kalabalık. Girne'yi pek sevemedim. Ama burada kalınsa sahilde bir rakı içilir. Fiyatlar da memleketime rahmet okutacak kadar insaflıdır. Set mönüler gırla gidiyor.
|
Girne sahilin başı |
|
Girne set mönüler.
Lagos, salata, duble rakı 25 TL.
(denize sıfır) |
DİPKARPAZ
Adanın sağa doğru bir parmak gibi olan kısmının en uç noktasındaki yerleşim Dipkarpaz. En uçta da milli park var. Kendi halinde güzel bir kasabacık. Belediye olmuş. Gittiğimizde belediyenin bir etkinliği vardı (Halk yürüyüşü ve koşusu festivali). Yüksek sesli müzik, yerel kermes, halk oyunları ekipleri. Biz bittikten sonra vasıl olduk. Meydanda cami ve kilise yanyana, bir belediye binası, güzel ve heybetli bir Atatürk heykeli (şahlanan atının üstünde sivil bir Mustafa Kemal (güzel ama)), güleryüzlü zabıtalar, polisler.
|
Eski Dipkarpaz Toplutaşıması |
|
Deli Turkuvaz |
|
Yakından da böyle |
Buradan 20 küsur kilometre sonra milli parka gidebiliyorsunuz. Girişte sizi eşekler karşılıyor (bunlar ünlü Kıbrıs eşekleri). Araçtan çekinme falan yok, yılkı eşeği şeklinde yaşayıp gidiyorlar. Herhalde gelen geçen bunlara meyve falan verdiğinden, arabaların camına bir hamle ediyorlar, korkmayın. Sevmeye kalkışınca pek yüz vermeyip uzaklaşıyorlar ama. Olsun, severim eşeği. Milli parkın merkezindeki küçük yerleşkeyi geçtiğinizde (anca bir kilometre falan sonra) bombastik bir koya varıyorsunuz. Çok deniz gördüm ama buradaki turkuvazı başka yerde görmedim. Şansımıza rüzgar denizden karaya (Güneyden) esiyordu ve deniz pek serindi (soğuk diyeyim de başım ağrımasın). Ne gam hemen adanın kuzey kısmına geçip oradan girdik denize. Dalgasız, rüzgarsız. Ohh miss. Buralarda yaşayanların dalgalı denizden şikayete hiç hakkı yok. On dakikalık bir yolculukla yön değiştirip, rüzgarsız denize girmek olası.
Milli parkın çıkışında "Altın Kumsal" tabir edilen bir sahil var. Kumlu denizden hoşlananların kaçırmaması gereken bir yer. Kumları incecik, denizi ahenkle derinleşen, müthiş berrak suları olan bir sahil. Ne var ki böyle denizden hiç hazzetmem (kum kıçıma kaçar, dip tabiatı son derece sıkıcıdır vs.). Ancak park yerinden sahile giden patikanın etrafındaki nebatatın deniz börülcesi olduğunu keşfettiğimde pek sevindim. Ömr-ü hayatımda ilk kez deniz börülcesini doğal ortamında gördüm ya, kazı kazanda küçük ikramiye kazanmış kadar mutlu hissettim.
|
Altın Sahil |
|
Deniz börülceleri |
|
Altın Kumsal patikası
(patikanın etrafındakiler deniz börülcesidir) |
YEME İÇME NOTLARI
ANİBAL
Lefkoşa'da Anibal'i kime sorarsanız gösterir. Adeta bir nirengi noktası olmuş. (Girne Kapısına yakın). Çalışkanlar parkının yukarısına güzel bir dükkancığı var. Saffet Anibal'in yaşı bir hayli ama saçlar boyalı olduğundan pek göstermiyor. Her müşteriyi dolaşıp herşeyin tamam olduğunu kontrol etme ve sohbet harlama alışkanlığı var. Mangalın başını da zinhar ihmal etmiyor. Bizimle ilgilendikten sonra yan masaya geçtiğinde gayet akıcı bir Rumca ve İngilizce konuştuğunu da dikkatli kulaklarım fark etti. Dürüst ve eski tip esnafın cisimlenmiş hali. Hemen kanımız kaynadı.
|
Anibal Restoran |
Masaya oturur oturmaz, siparişi vermeden önce masaya taze soğan, ince kıyım maydanoz, limon, turşu (ki güzel), soğanlı yeşillikli salata geliyor. Önceden çalıştığımdan şeftali kebabı ve ızgarada hellim söyledik, humus ve (bence en mükemmeli) uykuluk da geldi. Araç kullanacağımızdan mütevellit (mütevellit ?) ayranla nefsimizi körelttik.
|
Vee Meşhur Saffet Anibal |
Bilmeyenlere de açıklayayım. Şeftali kebabı, kuzu gömleğine sarılmış baharatlı ve maydanozlu kıymanın ızgarada pişmiş hali. İyi yapılınca süpersonik oluyor. Anibal de iyi yapıyor. Uykuluk ise bahar kuzularının gerdanından pek az çıkan bir sakatat (aslında her hayvanın gerdanından çıkar da bu mevsimde kuzu gerdanından çıkanı tadından yenmez). Anibal Bey'e sorduğumuzda "dört kuzudan ancak yarım kilo çıkıyor" dedi.
Anibal'in şeftali kebapları, başka yerlerdekinin aksine bir porsiyonda altı dinamit lokumuna eşdeğer, yanında da anne usulü patates kızartması. Uykuluklar (arada ciğer de var) anlatılmaz yaşanır. Izgara hellim, başka yerlerde olduğundan çok daha hacimli ve leziz. Humus, düz humus. Yemekten sonra zorla tatlı da ikram ettiler. Ekmek kadayıfı. Ama Kıbrıs yorumu katılmış. İçinde kaymak değil lor var, şerbetinde ise gülsuyu. Üstelik yapış yapış şerbetli değil. Şerbet son derece duru ve hafif.
Bütün bu yenilen içilenler toplamda 60 TL. tuttu. Izgara hellim 1 TL. misal. Nereden bakarsanız haysiyetli bir adisyon. Kıbrıs'a bir kez daha gidersem, kesin uğrayacağım ama bu kez uzun oturacağım yerlerden biri Anibal. Şiddetle (ne işim olur şiddetle) can-ı gönülden öneririm.
|
Şeftali Kebabı |
|
Genel Masa |
|
Masanın Kralı Uykuluk |
Saffet Anibal ölmüş. Dükkanı da kapanmış. Nasıl üzüldüm bilemezsiniz ! (09.05.2018)
KEMERALTI AŞEVİ
Büyükkonuk köyünde, geleneksel Kıbrıs yemekleri yapan bir aşevi. Fırın kebabı meşhur, ama biz et kapasitemizi Anibal'de tükettiğimizden etsiz bir tercih yaptık. Mevsimiymiş, yumurtalı kuşkonmazı önerdiler. Pirohu da varmış (lorlu mantı). Servis de, tabaklar da gayet lezzetliydi. Ev yapımı ekmeklerini kızartıp getirdiler, küçük bir salata ikram ettiler. Tatlı olarak da ceviz macunu geldi. Ev yapımı limonatalarından içtik (biraz keskindi). Bunlar için 70 TL. hesap verdik. Lezzetli yemekleri denemek için pahalı değil, ama ucuz da sayılamayacak bir hesap. Nedir : denemek için değer. Ama alışkanlık yapacak kadar zengin bir insan da sayılmam. Bir daha geldiğimde fırın kebabı dener ve defteri kapatırım.
|
Pirohu |
|
Yumurtalı kuşkonmaz |
|
Kemeraltı Aşevi |
KIBRISTAN AKLIMDA KALANLAR
Maraş'ın sessizliği,
Dipkarpaz'ın eşekleri
Kıbrıslıların kuntastik ve iç ısıtan lehçeleri, gülen yüzleri,
Amcalar, teyzeler, begonviller,
Denizin rengi (ama ne turkuvazdı) ,
Mehtabın ışıltısı (bkz.yazının en üstü), (burada bilenler için kelime oyunu vardır (söz sanadır sevdiceğim !))
Eklemleme minareleri ve verev cami halıları,
Sur içi, her bölgenin kadim mimarisi,
Macunları,
Izagara hellimi, uykuluğu, şeftali kebabı, Anibal'in dip boyası,
Üç gün Kıbrıs için azmış, yine giderim ben.
Haydi iyi gezmeler.