"Hangi Sol" Kaptan'ın Klasiklerinden...

Her ideolojiyi bir hayvanla betimleyelim bakalım...
   Kapitalizm mesela, uzun mükemmel bacaklarıyla, hassas algılama yetenekleriyle görkemli bir örümcek olsun.
   Liberalizm mesela, süslü kocaman kuyruğu, bulduklarını biriktirme telaşıyla muazzam bir sincap olsun.
   Faşizm mesela, fevkalade gruplaşma yeteneği, av içgüdüleri ve rengarenk tüyleriyle zarif bir sırtlan olsun.
   Sosyalizm mesela, paylaşımcılığı ve çevikliğiyle ! mücessem koccaman bir ayı olsun.
   İşte Kaptan bu kitabında o ayıyı teşrih masasına yatırıyor ve karnına kocaman bir neşter atarak içindekileri gözümüze sokuyor. 
   Fakir; o ayıyı (biraz da yasaklara duyulan o iç gıcıklayıcı ilgiden) yıllarca seyretti, okudu, anlamaya çalıştı ve Kaptan'ın taa 1970'de yazdığı bu denemeler silsilesini ilk kez seksenli yılların sonunda okudu. Ne yalan söyleyeyim daha ilk denemeden itibaren anlamaya çalışmaktan beynim şişmişti. O kadar çok isim, o kadar çok kavram, o kadar çok düşünce ard arda veriliyordu ki !..  O dönemlerde bunca veriyi işleyecek ne birikimim, ne zamanım ne de sükunetim vardı. Böylelikle, üstünkörü okunan bir kitap olarak rafları boyladı "Hangi Sol".
   Zaman geçti, arakolpa değişti. Nadirkitap'ta Varlık'tan ilk baskıyı görünce dayanamadım aldım. İyi ki de almışım. İçinde yazılanlardan öte, altı çizilerek okunmuş, dönemin "modern" devrik cümleleriyle dolu, ilk okuru tarafından dipnotlarla zenginleştirilmiş, (elbette ki en kalitesiz samanlı kağıda basılı) üzerinde düşünülmüş ve yaşlı bir kitap okumuş oldum. Bundan ötürü katmerli bahtiyarım.
   Kaptan, mutad üzre damardan bir giriş yapıyor. Konu hakkında ilginiz ve bilginiz yoksa, ilk denemeden itibaren kitabı bir kenara fırlatmanız garantidir. Ne demiştik başta : ayımız teşrih masasına yatmış ve karnına bir neşter atılmıştır. Karın boşluğunda; önce ayımızın çocuklarını görüyoruz (Bkz. "her devrim kendi çocuklarını yer")  başta Troçki ve yazmaya üşendiğim diğerleri. Daha sonra, ideallerin insan elinde nasıl yozlaştığını, ideolojilerin ülkelere göre nasıl farklılıklar gösterdiğini, sanatın iktidara yakın durduğunda aldığı hali, Kaptan bizlere (o eşsiz betimleme cümleleri eşliğinde (bazı sayfalarda kendimi Paris'te sandım !)) açıklıyor. 
   Kitabın ikinci bölümü daha bir helecanlı. Zira burada "sol" kavramının kendi coğrafyamızdaki izdüşümleri didik didik ediliyor. Bilhassa Kaptan'ın cemaziyülevvelini bildiği edebiyat dünyası bu didiklemelerden nasibini çokça alıyor. Nedir : burada da dallanıp budaklanmalar, çekememezlikler (sanatın her dalında olduğu gibi (ara tespit = çünkü sanatçı egosu yüksektir)), iftiralar, gırla gitmektedir. 
   Kaptan ortaya çıkardığı arızalara yönelik herhangi bir sağaltım önerisinde bulunmuyor. Sadece ve sadece "işte budur" diyor. 
   "Sol" hakkında birtakım "şeyler" biliyorsanız, "şeylerin" iç yüzünü daha iyi öğrenmek için, Kaptan'ın 43 (yazıyla kırküç) yıl önce yaptığı bazı öngörülerin halen zuhur etmekte olduğunu idrak etmek için, içi gitgide boşalan (boşaltılan (Bkz. ....) kavramların aslında ne demek olduğunu bilmek için : El Faaatiha (şaka, şaka okuyunuz, okutturunuz)

15 Haziran 2013 Cumartesi

"The Place Beyond the Pines" Biri Fiyatına Üç Film...

 
   Uzun, hatta çok uzun (140 dk.). Ortalarda düşen tempo biraz ilgiyi düşürse de, sonlara doğru artan dramatik kurgu bunu telafi ediyor. 
   Üç bölümden oluşan filmimiz ilk bölümünün sonunda lokomotif ismin ölümü üzerine izleyiciyi biraz üzse de kalan isimler ve yönetmen bey kalan bölümlerde ellerinden geleni yaparak sonunda izleyiciyi tatmin ediyor.
   Onbeş yıl sonunda Eva Mendes'in saçlarına atılan biraz beyaz balyaj ve yataktan çıkılmış saç modeliyle zuhur etmesini biraz kabullensek de Bredli Kuupır'ın sadece takımelbise giyerek nasıl onbeş yıl yaşlandığını havsalamız almıyor. 
   Rayen Gazling'in "drive"dan üzerine yapışıp kalan bir aura bu filmde de kendini gösteriyor, "masum bitik" rolü cuk oturuyor Goslingime. Karavanda dinledikleri patron da amerikan maviyakalılarının Müslüm Babasıdır bir yerde.
   Çocuk sahibi olmanın insanı nasıl değiştirdiğini,
   Amerikan usulü kan davasının ne şekilde geliştiğini,
   Vicdan azabını,
   Hayata yakın duran bir filmi görmek isterseniz öneririm. 
   Bir de filmde ciddi ergen drug ikilisi kullanıldığından, verilen mesajı idrak edecek olgunluğa erişmemiş sabi sübyanla izlenmesini önermem. 
Bu yorum da kısa olsun, çapuling saati geldi haydi eyvallah !..

12 Haziran 2013 Çarşamba

"Jack The Giant Slayer" Fasulye Sırığı ve Jack'in Aksiyon Holivut Hali...

   Daha dün annemizin kollarında yaşarken okuduğumuz "Fasulye Sırığı ve Cek" masalının, yönetmenin elinde bol siiciaylı bir aksiyon haline geldiği filmdir.
   Bu satırları okuyan herkesin masalı da okuduğunu da varsayarak konuyu yazmıyorum. Zira konu üç aşağı beş yukarı aynıdır. 
   Son yıllarda holivut, masal uyarlamalarından ciddi medet ummaya başladı. "Pamuk Prenses ve Avcı", "Ayna Ayna (yine Pamuk Prenses)" arkasından "Hansel ve Gretel" derken "Fasulye Sırığına" da X-Man'lerin afili yönetmeni Bryan Singer duhul etti. 
   Daha önce diğer masal uyarlamalarını seyrettiğimden şerbetlenerek ve kriterlerimi düşük tutarak izlemeye başladığım filmden ummadığım kadar zevk aldım. Kesinlikle öncekiler gibi kostümlü piyes tadında değil. Beklentilerinizi yüksek tutmadığınız takdirde hoşça vakit geçirtebilir bir yapıya sahip. 
   Evet ! bütün klişeleri karşılamaktadır. "Ne gerek vardı bu filme" der gibi rol yapan İivın Mekgregır, devetabanı şeklinde rol yapan (ki bu benzetme sadece filmi seyredenler içindir) Stenli Tukki, makyajdan tanıyamadığım Bill Nighy (ki pek severim kendilerini); artık bu tarz filmlerde alışık olduğumuz üzere heba olmaktadır. Başroldeki Niklıs Hoult elinden geleni yapmış ancak yüzünün kemik yapısının getirdiği sinsiliği aşması biraz zor... Prensesimiz pek prenses (Allah sevdiğine bağışlasın). Efektler, kostümler, çekimler, 3 buut (eskiden öyle derlerdi değil mi ?)  efektleri oldukça başarılıdır. 
   Filmdeki devler çöpşiş niyetine insan yedikleri halde bir damla kan görülmemekte ve sabi sübyanla seyredilebilirliği mümkün kılmaktadır. Patlamış mısır ve gazozla gideri olan filmdir... 

"Sek Votka" Anna Blundy'den Polisiye Rusya Gözlemleri...

   Faith Zanetti, 20 yıl önce ayrıldığı Moskova'ya döner dönmez, 20 yıl önce yan dairesinde işlenen bir cinayetin zanlısı olarak gözaltına alınır. Olaylar gelişir. Konumuz budur...
   Yazarımız Anna Blundy, 1970 doğumlu İngiliz gazeteci yazar, Oxford'da Rusça okumuş ve London Times gazetesinin Moskova bürosunda yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış. Romanın kahramanı Bayan Zanetti de aynen Moskova'ya bir yabancı yayın organında köşe yazarlığı yapmak üzere Moskova'da. Bağıntıyı görmemek için ciddi ebleh olmak gerekir. İthaki yayınlarından edebiyat serisinde yayımlanmış olmasına rağmen polisiye olarak adlandırmak daha doğrudur. 
   Açıkça belirtelim ki : kitabın dili oldukça başarısız, olay örgüsü bir ileri bir geri mehter yürüyüşü şeklinde ve polisiyelerde olması gereken, okurda merak duygusunu yaratmada oldukça zayıf bir eserdir. Ancak nedir ki : bir batılının gözünden Rusya ve Moskova'ya ait çok başarılı tespitler ve betimlemeler vardır. 
   Eğer ki : bir Rusya seyahati yapmaya niyetlendiyseniz ve gideceğiniz yer hakkında "Lonely Planet"den daha edebi bir eser okuyayım diyorsanız, bırakınız konuyu falan alın 343 sayfalık sek votka'yı dalın sayfalara. Kitabımızın sonunda bir de "Tamamen Muzır Votka Martini" tarifi vardır ki aşağıda (hayır dualara vesile olsun diyerekten) da yazılmıştır. Kitabı okumayanlar da bari bu şekilde yararlansın diye şeyettim...
"Tamamen Muzır Votka Martini"
İnancını Koru ve Onu Saf Tut

İçindekiler
4 1/2 cl. votka
Bir damla sek vermut
Tatlanırmak için limon dilimi ya da zeytin

Karıştırma Talimatları 
Çalkalanacak, karıştırılmayacak:

Votkayı iyi soğutulmuş bir çalkalama kabına doldurun ve bir dakika kadar içinde bırakın. Vermutu, donmuş bir martini bardağına, bardağın ağzına bulaşacak şekilde damlatın. Votkayı yaklaşık onbeş kere, sertçe çalkalayın. Donmuş votkayı süzgeçten geçirerek bardağınıza koyun. Limon dilimi ya da zeytinle süsleyin.

Hepsi bu...

9 Haziran 2013 Pazar

Yazma sürecinin baltalanması...

Biber gazı (sadece bir kere yedik)
Tencere tava tıngırtısı (her gece, her gece)
Demonstration (her gece, her gece)
(yalnız mebusevlerindeki göstericiler nasıl uygarlar görseniz, yere bir çöp dökülmedi, bir sigara izmariti atılmadı, SBS akşamı çıt çıkmadı, nasıl mutluyum anlatamam)
Bilgisayardaki strateji oyunları
Hareketli gündem

Yazma, okuma ve yaratıcılık sürecini baltalayabiliyormuş... (varsın baltalasındır)

Kişisel not : beş yıldır ne izliyordum, ne dinliyordum. Ankara'ya gelişinde "belki idrak yolları açılmıştır" deyu konuşmasının girizgahını izleyeyim dedim. Yevmiyeli, kumanyalı, bir ebattaki bayraklı bindirilmiş kıtaların karşısında; bir yanında yurigagarin öbür yanında spidigonzalesli vitrini gördüm. Konuşmaya da "en kalbi duygularla" başlayınca, en kalbi duygularımla kapattım aptal kutusunu. Yok ! Ne görmeye, ne dinlemeye tahammülüm kalmamış...

"A Good Day to Die Hard" ve "Oz The Great and Powerful" Yok Aslında Birbirlerinden Farkları...

"Geberemedi Gitti !..."
   Brusvilisin afişteki yüz ifadesini görünce filmin nasıl başlayıp biteceğini anladığımız filmdir.
   Evet ! Conmakleyn başının derde girdiğini (hemi de Rusya'da) öğrendiği oğlunun peşinden oralara revan olunca ilk iş taksi şoförlerine Frenksinatranın niyork niiiyork şarkısının doğrusunu öğretir sonra da kötü adamları zımbalar. 
   Başı belli, ortası belli, sonu bellidir. Besbelli bir filmdir. CGI'larla şükela bir şekilde süslense de, araya baba oğul ilişkileri hakkında kör gözüm parmağına meşazlar vermeye çalışsa da, mantık çerçevesinden uzakta, buram buram amerikanizm kokan, bittiğinde sizi herhangi bir şekilde düşündürtmeyen, değiştirmeyen holivut işi bir kordeladır.
   Sadece burusvilis hayranlarına öneririm.  


 Özel Efektler Sağolsun...
   Sam Raimi iyi yönetmendir. Ne zaman ismi geçse aklıma "Evil Dead"ten kafasını tabaklara vuran adam gelir. Örümcek Adamlarda da kimi zaman iyi çoğu zaman kötüydü. Lakin bu filmde fazla bir şey konulamamış ortaya. 
   Basiretsiz ve çapkın hokkabazımız (evet hokkabaz), siyah beyaz bir dünyadan renkli bir dünyaya geçer, olaylar gelişir. Konumuz budur. 
   Filmimizin siyah beyaz başlaması ve sonradan renkli (ama nasıl renkli. akıllara zarar renkler) bir dünyaya geçişi güzeldi. Balonun sepetine saplanan sivriliklerde Raimi tadı alsak da, kalan masalsı bölümde bol bol CGI efektinden kelli (standart sinefil için) fazla bir tad beklenmemelidir. Böyle harcıalem filmlerde harcanan aktristler safına katılan Reyçılwayz ve sonradan Hulk kırması cadı rolünde (merak ediyorum kırmızı elma yese kırmızı renkte mi zuhur edecekti ?) Milakunis vee Oz rolündeki Ceymzfranko ise vasataltı oyunculuklar sergilemişlerdir. Filmimiz hakkında olumlu edilebilecek tek kelam ise özel efektlerin başarısı olacaktır. Fakat animasyon olarak yapılsaydı da aynı başarıyı elde edebilirlerdi. 30 Mayıs itibarıyla 15 milyon dolar kadar kar etmesi (pek az) nedeniyle bu tarz yapımların önünü kesebildiği için ise hakikaten bir övgüyü hakketmektedir.
   Beklentilerinizi düşük tuttuğunuz takdirde (yaşı fazla da küçük değilse) çocuklarınızla izleyebilirsiniz.

1 Haziran 2013 Cumartesi

"Dark Skies" Paranormal Uzaylılar...

   Uzaylıların bu kez korkuttukları bir bilim kurguyla karşınızdayız sinefiller.
   Ekonomik krizden hafiften etkilenen bir amerikan orta sınıf ailesi. Banliyöde morgıçı ödenen şükela bir ev, aniden işsiz kalan baba, iki çocuk. Derken hayatlarında gelişen normal ötesi olaylar. Evlerine pike yapan yüzlerce kuş, ani hafıza kayıpları, aynı anda sekiz yerden zorlanan ev girişleri, ev içindeki eşyaların yerlerinin değişmesi vs.vs.
   Filmimiz sonuna dek (yaygın aykyuu seviyesindeki insankişileri için) ilgiyi düşürmeden izlenmeyi  başarıyor. Öyle pek selebriti bir kastı olmasa da, oyuncular ellerinden geleni yapıyorlar. 
   Kendi gevrek mantık silsilesi içinde kabul edilebilir bir akış örgüsü var. Ancak pirinç patlağı gibi değil de un kurabiyesi gibi bir mantık silsilesine sahipseniz aklınıza sorular gelebiliyor.
   Neden ?
   İnsanları korkutuyorlar
   Teleportasyon yetenekleri olduğu halde kapıları zorluyorlar
   Kuşları telef ediyorlar
   Üstlerine başlarına birşeyler giymiyorlar
   Evin içinde garip eşya değişiklikleri yapıyorlar
   Doğrudan hedeflerini alıp gitmek yerine süreci sündürdükçe sündürüyorlar (bu fiile de iyice alışıyorum)
   Görüntü kayıt cihazlarını bozabildikleri aşikar olduğu halde, kılçık gölgeler bırakıyorlar
   ve buna benzer bir sürü soru.....

   Evin içine kameralar konulup, görüntüler izlenmeye başladığında "acaba paranormal aktivite ile bir bağıntısı olabilir mi ?" diye düşündüm, afişe göz attığımda yanılmadığımı gördüm. Bu kez cin yerine uzaylı koymuşlar. İki uzaylı kostümü ve ışık oyunlarıyla da paranormal bir bilim kurgu kotarılmış. Sıfır efekt maliyeti ile gerdiren bilim kurgu olmuş. Üç buçuk milyon dolara çekilen filmle bugüne dek on sekiz milyon dolar hasılat yapmışlar. Korkarım bu türün devamı da gelir.  

   O halde ne yapıyoruz : karanlık gökyüzünü bir kenara koyup otuzbeş yıllıktır falan demeyip adamakıllı (hem de geren ama olumlu geren) Üçüncü Türle Yakın İlişkilere odaklanıyoruz. Paranormal Aktivite seven ergenler hoşlanabilir lakin bilimkurguyu sevenler uzak dursun...