29 Eylül 2018 Cumartesi

"Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları" Murakami'den "Az" Büyülü Gerçeklik.

 
   Az da değil (320 s.). Tatil koşuşturmacasının arasında bitiverdi. Elbette ki geniş zamanlarda yine okunur.
   Renksiz Bay Tzukuru (okurken de hep tuzukuruyu çağrıştırdı) Tazaki, ilk gençlik yıllarına kadar hayatının yegane anlamı olan arkadaş grubundan bir anda dışlandıktan sonra kendini yalnızlığa mahkum etmiştir. Hiç kimseyle derin bir ilişki kuramaz, renksizliği silikliğe doğru geçmektedir. Derken tanıştığı bir kadın Sara'nın gazıyla eski defterleri karıştırır. Olaylar gelişir. 
   Murakami'nin romanları arasında en bombastiği değil belki. Öyle büyülü gerçeklik falan (bir iki yer hariç) yok. Ama bana en çok dokunanlardan biri oldu. İlk on sayfadan sonrası boğazdan ipek gibi kayan boğma rakı suretinde akıyor. Hayatımız, kişiliğimiz, başkalarının üzerimizdeki etkisi, kapanmamış hesapların yarattığı tahribat/tahrifat ve hatta hafriyat, hayatımızdan bir anda kayboluveren insanlar, aniden zuhur ediveren insanlar, ilişkiler, aşklar, Franz Liszt'in "Le Mal du Pays"ı (Lazar Berman yorumundan dinleyiniz), Murakami'nin kendine özgü akışı (duş aldım, portakal suyu içtim, oturdum... diye gider) nihayet bitmemiş sonu (kendi adıma çok seviyorum bu sonları, muhayyileyi çalıştırıyor (sıkça çalıştırmak lazım, muhayyile önemli)).
   Okurken kendi hayatımı gözden geçirdiğim çok zamanlar oldu. Umarım sizler de öyle yapar açık hesapları kapatırsınız.

28 Eylül 2018 Cuma

"Hereditary" Çekilin Ben Rasyonelim. Filmi Açıklayalım !

   Ari Aster iyi iş çıkarmış. 10 milyon USD'a çekilen film sadece ABD'de 44 milyon dolarcık kazanmış (bluray, özel kanal, yurtdışı hasılatla beraber rahat 100'ü geçer (bu ne demek : Bay Ari, holivut tarafından özenle cilalanacaktır (bakalım, göreceğiz))). Azıcık özel efekt, iddiasız bir kast (Gebriyılbayrn'ı tenzih ederim), özenli bir görüntü/sanat yönetmenliği; neredeyse 130 dakikalık bu filmi güzelce izletiyor. 
   Büyükanne çoklu kişilik bozukluğundan muzdarip, ağabey doğrudan şizofren ve intihar etmiş, kızlarında kimyayı bozan genler hazır, çekilecek bir tetik bekliyor. İlk yarım saatte tetik bir kez değil ikinciye çekilince olaylar gelişiyor. Çoklu kişilik bozukluğu yaşayan anne, tüm aileye hayatı kabusa çeviriyor. İşin kötüsü kadıncağızın çocuklarında da bozuk genler gırla. Buraya kadar rasyonel rasyonel yazdıklarım, Bay Aster'in dokunuşlarıyla hasta ruhların bakış açısından anlatılmış ve ortaya (sonlara doğru fakirin de gerim gerim gerildiği, bazı yerlerde zıpladığı) güzel bir korku filmi çıkmış (ha ! finalde müsamereye bağladı, paragrafın ilk satırlarını teyit etti ama olsun (kimisi cehennemin 7.kralı olur, kimisi Napolyon)).
   Neticede amacına ulaşan ve izleyiciyi rahatsız eden bir film olmuş mu ? Olmuş. Kendi paranızla korkmak istiyorsanız niye duruyorsunuz ?


27 Eylül 2018 Perşembe

"Uzayda Piknik" Ştrugatski Biraderlerden İnsanlığa Tokat...

   1971'de Ştrugatski Biraderler yazar "Yolkenarı Piknik"i. 1979'da Tarkovsky "Stalker"ı çeker. Sinefiller "Stalker"i bilir, bibliyofiller "Piknik na Obochine"i. Her ikisi de iyidir (de Stalker, kitabın sadece bir bölümcüğüdür). Theodore Sturgeon da, İngilizce basımına şükela bir sunuş yazmıştır (atlamayın yani).
   Bir ara; bilinmeyen ziyaretçiler yerküremizin altı rastgele noktasına nesneler bırakır. Daha sonraları "bölge" olarak adlandırılan bu tekinsiz yerler zamanla hem bilimsel hem ticari merkezler olur. Ticari olarak değerlendiren korkusuz ve pervasız kişiler "cambaz" olarak adlandırılır. Bunlar bildiğiniz hırsızların pek korkusuz ve mahir olanlarıdır. Bölgeden dışarı çıkardıkları nesneleri karaborsaya satarlar.
   Ştugatski Biraderler; içinde hiç uzaylının olmadığı, çok az yerinde teknoloji barındıran mükemmel bir roman yazmışlar. Temelde insanın açgözlü, hırslı doğası ve yaşayakalma içgüdüsü var. Kişisel çıkarlar sözkonusu olduğunda kimsenin insanlığı falan takmayacağını güzel güzel işlemişler.
   Roman sağlam. Çıkar içinden "bölge"yi, bilimkurgu olmaz ama iyi roman olur (Bay Red'in yanına güçlü kuvvetli hafif ebleh bir yardımcı koyarsan "Fareler ve İnsanlar"ı aratmaz yani !). Kişiler üzerinden ilerliyor. Eksende Redrick (Red) Schuhart var, sıkı bir cambaz. Red, işin bilimsel yanıyla değil para yönüyle ilgili. Kendi aralarında yarattıkları özel bir jargon da var. Aralarda bilimsel jargonu da öğreniyoruz ama Red'inki daha kulağı okşayan cinsten.
   Ortalarını geçtikten sonra Noonan ve Valentine'in yaptıkları sohbette hem kitabın isminin nereden geldiğini anlıyor hem de romanın bilimkurgu dünyasında ne kadar önemli olduğunu idrak ediyoruz. Biraderler; bizim algımızın yegane algı olmadığını, başka varlıkların perspektiflerinin bizim paradigmamıza sığamayacağını Bilal'e anlatır gibi anlatıyorlar. O beş altı sayfa önemli yani (altını üstünü çize çize okudum).
   İthaki Yayınları basmış (200 sayfa). Edebiyata meraklıysanız ve algınızı genişletmek isterseniz yakın durun.   

26 Eylül 2018 Çarşamba

"The Double" 1984 ile Brasil Arasında.

   Amanın ! İzlemeye oturduk, dedim "Brasil'imi izliyorum ?" O kadar benzer bir sanat yönetimi  ve senaryo.
   Neyse gelelim filme : Ceymzsaymın, eziğin mızmızın önde gideni, anacığı dahil kimsenin sevmediği ve farkında olamadığı, zeki, çalışkan, naif ve silik biri. Çalıştığı yerde Hena adlı bir kızcağıza kesik (elbette ki "ne sen bunun farkındasın, ne de Hena farkında"). Buraya kadar normal ilerleyen hikaye Ceymz'in zahiren tıpatıp aynı ancak karakter olarak tam tersi birinin (adı da Saymıncemyz'tir) senaryoya dahil olmasıyla ilginçleşir.
   Yönetmen Bay Ayodae, senaryoyu Fyodor Usta'nın bir hikayesinden apartmış. Elbette ki kendi dokunuşlarını da yapmış ama başta da yazdığım üzere Terigilyım'ın "Brasil"inden aşırı derecede esinlenmiş sanki (o kasavetli ofis, geriyatri koğuşundan bozma demografi, ışıklar, steampunk cihazlar ve daha neler). Böyleyken esinlenme kaynakları benim cılız bilgimle : Dostoyevski, Gilliam, Orwell, Hitchcock (Rear Window) diye dörtlenebiliyor. Bibliyofil ve sinefiller daha fazla kaynak görebileceklerdir (hımm film özgün değil mi yoksa ?).
  Bir saati aşkın bir zaman ilgiyle izledim (özellikle alter egonun ortaya çıkışıyla (kim daha fırlama olmak istemez ki !)). Ancak özellikle anne figürünün ölümüyle metaforları yerine oturtacağım derken imanım gevredi (esmer kardeşimiz polis mi doktor mu ? yoksa tüm totaliter otoriteyi mi simgeliyor-şizofreni bu işin neresinde-sonlara doğru (özellikle) kim kimdi ?). Son yirmi dakikayı saymazsak güzel film ama sonlarına doğru fakirin sıkleti bu ağırlığı tartmadı.

18 Eylül 2018 Salı

Murakami'den "Kadınsız Erkekler"

   224 Sayfa, 7 öykü. Hepsi de (adıyla müsemma) kadınsız erkekleri konu alıyor. Murakami kitaplarını seviyorum. Japon usulü büyülü gerçekliği de. Bu kez bir öykü dışında (Kino) büyülü gerçeklik yoktu (Aşık Samsa'yı saymıyorum (onda gerçeklik yok doğrudan büyülü)). Her öyküden sonra içimde beliriveren hüzün pek hoşuma gitmedi. Erkeklerin gözünden kadınsızlığın çeşitli açılardan (acılardan) incelenmesi. Acıtıcı, kanatıcı öyküler. Bir daha okumam...

17 Eylül 2018 Pazartesi

"Demir Ökçe" Değişen Bir Şey Yok !

 Yeniyetmeyken başladığım ama bitiremediğim romanlardandır. Neden bitiremediğimi hatırlayamadım. İlk 100 sayfadan sonra tahmin ettim. 267 sayfalık bu roman (Oda Yayınları versiyonu), edebi bir roman gibi değil didaktik bir bilgilendirme metni olarak değerlendirilmeliydi belki de. 
   Kadın kahramanın gözünden birtakım el yazmalarının açıklanması metine yedirilmiş, arada aşk-gaile-eylem gibi ayrıntılara rastlansa da genellikle didaktik bilgiler başrol oynamış. İşçi Lideri Ernest Everhart'ın bitmek bilmeyen mücadelesi. 1908 yılında yazıldığı gözönünde bulundurulduğunda Bay London, "demir ökçe" olarak adlandırdığı oligarşi-sermaye ittifakını çok iyi analiz etmiş, kapitalizme oklarını yağdırmış ama sonunu bağlamadan kitabı pattadanak bitirmiştir. 
   Distopya olarak da nitelendirilebilecek eser kimilerine göre G.Orwell'ın "1984"üne de ilham kaynağı olmuştur (aynı şeyi Zamyatin'in "Biz"i için de söylüyorlar (anlaşılan Orwell'ın ilham perisi hayli uçarıymış)). 
   Bu okumada kendi kendime bitireceğime söz vermiştim ancak araya Murakami'nin bir kitabını sığdırarak bitirebildim. Bazen hafakanlar bastırmasına karşın (arada altını çizdiğim yerlerin gugıllayarak (olayların kimi doğru kimi yok !)) bu sefer bitirebildim. Yazıldığı zaman ve içerdiği tespitler açısından kayıtsız kalınamayacak bir eser. Ancak geniş zamanlarda acele edilmeden okunmasında fayda var.
Romanın bir yerinde Ernest, orta ölçekli patronlara kapitalizmin nasıl çökeceğini Bilal'e anlatır gibi anlatıyor. Okudum, anladım, ikna oldum. Bir tek : sistemin 110 yıldır nasıl çökmediğini anlayamadım. Sistem düzgün çalışsa 50 yıla kadar kendini yok etmesi gerekiyor. Demek ki kapitalizmi de bozmuşlar. Gerçi yavaştan bir göç dalgası hasıl oluyor, dünyanın kirletilmedik yeri de kalmadı, çok alametler belirdi. Du bakali nolecek ?

12 Eylül 2018 Çarşamba

"Bilimkurgu Öyküleri - Dünyalılar"

   19 Öykü, 171 sayfa. 
   Önümde daha hiçbir çalışması doğru dürüst yapılmamış tezim için yapılacak okumalara yoğunlaşmışken, kafayı biraz sıfırlamak adına (hepsini sıfırladım babacım !) bir günde okuyup bitiriverdiğim kitaptır. Uzun olan öyküler kadar kısacık (hepi topu 1 sayfa) olanları da vardır. 
   Kendi adıma kısacık bir öyküden oldukça etkilendiğimi belirtmek isterim. Emrah Koçak'ın zamanla ilgili yazdığı bir sayfalık "Çember" adlı hikaye oldukça çarpıcı. Telif gibi şeylerden başımın ağrımayacağını bilsem, üşenmez buraya yazardım. 
   Murat Başekim'i fantastik sayılabilecek işlerinden tanıyordum, yanılmışım. Gayet başarılı bilimkurgu öyküleri de varmış. Zamanla ilgili, iletişimle ilgili iki öyküsü göz (ve zihin) dolduruyor. 
   Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Ödülleri yarışmasından ödül almış bu ondokuz seçkiyi İletişim Yayınları basmış. Çok da iyi olmuş. Birincilik ödülleri kadar mansiyon almış öykülerin de pırıl pırıl beyinlerden çıktığı besbelli...
   Kimisi post apokaliptik kıyamet sonrası, kimisi cyberpunk sanal kopukluk, kimisi time-shift zaman kayması (ne işim olur bunlarla) temalarına (hepsini yazmaya sebat edemedim) yönelmiş bu öyküler her türlü okunur. Şeylere farklı açıdan bakmak isteyenler, zihnini bileylemeye kalkanlar ve elbette bilimkurgu müptelaları yakın dursun...