4 Mart 2018 Pazar

"The Salesman" Yahut İran'dan "Satıcının Ölümü"

   Emad ve Rana, yanlarındaki bina kentsel dönüşüme girip kendilerinki titremeye başlanınca yeni bir eve taşınırlar. Aynı zamanda Bay Arturmillır'ın "Satıcının Ölümü"nü sahnelemektedirler. Olaylar gelişir.
   "Ayrılık"tan sonraki işini pek bayılarak izlediğim Sayın Aşgar Ferhadi, bu kez yine şaşırtmadı fakiri. Efekt kullanmadan, uluslararası starlar olmadan, kansız, kurşunsuz, aksiyonsuz, dizi maliyetine, çekilmiş bir film (süresi de uzun ha 124 dk.); bitinceye kadar güvericinimle beni başından kaldırtmadı. Hele finale doğru gerilim nasıl bir tırmandıysa, gözlerimi ekrandan alamadan çubuk tellendirdim (hiç adetim olmadığı üzre). 
   Filmin başından beri çeşitli sahnelerini temaşa ettiğimiz tiyatro oyunu ile benzerlikleri düşünürken, yaşlı adam "akşamları kamyonetin arkasında kıyafet satıyorum" dediğinde "hah" dedim "şimdi çıktı vehbi'nin kerrakesi". Oskarı var, altın küresi var, Cannes'da üç ödülü var. 2016 çevrimi, ancak bugünlerde izlemem benim ayıbım (demek vakti var imiş.). Yine ucundan İran'daki kültürel yapıya yönelik sistem eleştirilerini gösterir gibi oluyor (neydi o diyaloglar "üç düzeltme mi ? altı düzeltme mi ?"), yine intikam, adalet, haklılık/haksızlık, iyi/kötü gibi evrensel değerlere neşter atıyor, yine insanlar arası ilişkileri hallaca yatırıyor, yine film bittikten sonra sinefile "ne oluyor, nasıl oluyor" hissiyatı yaşatıyor. Velhasıl şiir okur gibi izlenecek film. Sinemayla ilgilenenlerin izlemesi mecburi, sinema izleyenlerin izlemesi ihtiyaridir. Ama âdeta mecburi bir ihtiyariyettir (amanın nasıl cümle bu ?).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder