25 Ocak 2018 Perşembe

Ursula K.Le Guin Ölmüş.

   Teknolojiden ziyade insanların ve toplumların değişimini ele alan, kitaplarını okumaktan pek haz aldığım Ursula Hanımın fizyolojik hayatı sona ermiş.
   Bu güncede (diğer önemli kitaplarını burada yazmaya başlamadan önce okuduğumdan) sadece iki kitabı var.
   Siz "Mülksüzler"i ıskalamayın. 

23 Ocak 2018 Salı

"Teknolojinin Evrimi" Bilim ve Teknolojiyi Anlamak İsteyenlere.

   Fakir bu kitabı mecbur kaldığı için okudu (derste inceliyoruz). Mecbur kalmasaydı okur muydu ? Kesinlikle Evet !
   Tübitak'ın popüler bilim kitaplarında 1996 yılında 2500 tane basılmış. İkinci baskıya dair herhangi bir ipucu bulamadım. Sonra Doğubatı yayınları 2013'de bir baskı daha yapmış bazı popüler kitap web sitelerinde var.
   Emeritus Profesör Corcbasalla'nın bir tezi var : teknoloji dediğimiz şey bilimden istifade eder ancak bilimden bağımsızdır ve genelgeçer kanının aksine teknoloji birtakım dahilerin aklına gelen fikirler/olağanüstü çalışmalar sayesinde değil, önceki uygulamalardan evrilerek günümüze gelmiştir. Bu türbinli motorda da, matbaa teknolojisinde de, sesten hızlı uçakta da hep aynıdır. 
   Bilim tarihi ve teknoloji ile alakadar değilseniz, bu tez sizi fazla ilgilendirmeyecek, akıllı telefonunuzun ekranını daha komik videolar ve sosyal paylaşım sitelerindeki gıybet kazanlarını karıştırmak için ovalayacaksınızdır. Ama nasıl oldu da buralara geldik ? Bundan sonra ne olacak ? gibi sorular aklınızı kurcalıyorsa, bu kitabı okumalısınız.
   Bay Basalla'nın dili akıcı. Bir tezi var. Bunu destekleyecek çok güzel örnekler seçiyor ve inceliyor. Tez konusunda ilgili olmasanız dahi, son yıllarda pek satılan "Doğru bildiğimiz yanlışlar", "Cahillikler Kitabı" (ki ekmek iyi olunca serilerini çıkardılar) türü kitaplardan çok daha fazla, çok daha ilginç bilgiler içerir. 
   Misal : teknolojiye karşı İslamın yaklaşımı (cep telefonu kontrollü patlatılan bombaları kullanan IŞİD, son model jiplere binen Suudilerden falan bahsetmiyor ama "bid'a" kavramını öğrenebilirsiniz). Buharlı makine üzerinde yeteri kadar çok çalışmadığı için işinden atılan Henry Ford (ki bu sayede benzinli T-Ford'u üretecek ve gezegenimizin atmosferik olarak içine s.çan şahsiyetlerden olacaktır). Ticari ilk elektrikli aracın 1840'da üretildiğini (inanmadım baktım çeşitli kaynaklardan, hakikaten doğruymuş !) ve buna benzer onlarca bilgiyi; kitaptan özümsemek mümkün. Bu arada teze de bir göz atabilirsiniz, düşünmeye değer. 
   Ezcümle : alın okuyun, gençlere de salık verin. Ufukları açılır.

22 Ocak 2018 Pazartesi

"Antibodies" İyi Anlatılmış Delilik !


   Güzel film.
   Son on dakikayı saymazsak, son zamanlarda izlediğim en şükela seri katil (yok katil demeyelim) öldürme müptelası filmlerindendir (yok ! bir henıbıllektır olamaz (zaten kendi de öyle söylüyor)). 2005'de çıkmış, memleketimde gösterime girmemiş (zaten bu ahvalde (bu sansür kuruluyla) biraz zor), ımebede'de güzel bir puan almış, kötülüğün doğası (o garip kültürel birikimiyle, düz zihinleri kolayca alt edebilmesi, daha da kolay manipüle edebilmesi falan), iyi bir sinematik anlatım (kurgu, senaryo, oyunculuk, görüntüler falan her şey tastamam), dinle yoğrulmuş çok düz ve doğru bünyenin kötülüğün cazibesiyle imtihanı ve daha üşenmesem sayacağım bir çok olumlu yön. 
   Son on dakikaya kadar pek güzel ilerleyen filmimiz, buradan itibaren CGI geyikler (iklim koyuna koça müsait değil), koyu bir katolik propagandası ile nihayete eriyor. Yani mükellef bir ziyafet sofrasının kapanışını, BİM Osmanoğlu puding ile yapmak gibi bir şey. İzlenir mi ? Her türlü. Ama sonu hakkında beklentinizi yüksek tutmayın (bir nevi Alman "Sırlar Dünyası"). Kapanışı da en sevdiklerimden bir Andersen masalıyla yapalım da iyice olsun (bkz.aşağısı)
"Ormandan döndüğümde çok sevdiğim baltamı bulamadım. Oraya baktım, buraya baktım. Yok, yok. Muhakkak biri çaldı diye düşündüm. Zaten uluorta bırakırım, biri görürse (güzel de balta) kesin götürür. Zaten öyle olmuştur. Baktım karşı komşunun oğlu (zıpır bir yeniyetme) ormandan ıslık çala çala dönüyor. Halinde hafif bir alaycılık, bir öfori (nerede bu fular, neredeee ?) hali. Hafiften kıllandım "bu çakal çalmasın baltamı". Günler geçti, balta yok. Komşu oğlu ise pür neşe. Her hali bas bas "ben balta hırsızıyım" diye bağırıyor.  Yok yapışacağım yakasına o olacak. Komşumla da arayı bozmak istemiyorum, sıkıyorum dişimi. Derken bir gün ormanda yaptığım yürüyüşte baltamı buldum. Biraz düşününce de oraya bıraktığımı hatırladım. Eve döndüm. Komşunun oğluna baktım, doğrusu hiç bir hali "balta hırsızıyım" demiyordu."
Andersen Ustanın mezarında kemiklerini döndürdüm ya böyle anlatırken, kendisinden özür dilerim. Galiba ana fikri verdim ama...

16 Ocak 2018 Salı

"Arif V 216" Bir nevi saygı duruşu.

   Hakkında o kadar çok şey yazıldı ki, muhtemelen okumuşsunuzdur. O yüzden okumadığım şeyler yazmaya çalışıciim, canımdan çok sevdiğim kıymetli kâri (bu da Çağlar Çorumlu'nun repliklerinden).
   Herkesin yazdığının aksine Çağlar Bey'in yaptığı iş oldukça kolay. Canlandıracağı karakterin çok belirgin bir dış görünüşü, vücut dili ve kendine has (benzersiz) bir üslubu var. Hal böyleyken çok da abartılmamalı diye düşünüyorum ama yine aklıma filmde canlandırılan Paşa geliyor, diyorum ki : "Adam yapmış kardişim !".
   Bildik Cem Yılmaz filmi. Senaryo, öyle fazla bir şey vadetmiyor, tüm göndermeler, şakalar kısacık nüanslarda saklı (vizontele, Tuğba, minik serçe, Zeki Demirkubuz, top (vallahi daha yazmaya üşendim, yoksa çok uzun sürecek)). Şimdiye kadar gördüğüm en pahalı Türk filmi diyebilirim. Sanat yönetimi, dekor, kostüm ciddi para yemiş (umarım amorti ederler (gerçi ikinci haftasının ara seansında salonun neredeyse tamamı doluydu (nasıl bahtiyarım ediz !))). O Ayhanışıkcüneytarkınsadrialışıknecdettosunzekimürenfilizakın replikaları ve elbette ki canlı canlı Ediz Hun (yaş alan insan yakışıklılığında emsaldir) görüntüleri (adını bilemediğim genç oyuncu Ajda Pekkan'a iyi benzemiş yalnız !) "Erler Film" meftunlarını mest ediyor.
   Gidiniz, görünüz (internetmiş, torrentmiş lütfen tevessül etmeyin, böyle filmlerin (film kalitesinin yükselmesi adına) biletlerinize ihtiyacı var)

Hamiş : O değil de, bazı detayları (çizgili pijamalar (var benim bir tane), "kırılan her masura milli kayıptır"levhaları, havadis veren gazeteler, askılı yoğurtçular) görünce insan ister istemez "nerede 60'lı yıllar !" diyor ve "Eski Türkiye"yi özlüyor. 

11 Ocak 2018 Perşembe

"The Shape of Water" Del Toro'dan Beauty and Beast

  Giyermodeltoro sevdiğimiz bir kardeşimiz. Hellboy'daki Abe Sapiens'e zaten yakınlık duyuyoruz (o nasıl asil bir vücut dili, nasıl entellektüel bir zihindir öyle !). Maykılşenın'da ayrı bir fasıldır (Take Shelter'daki oyunculuğu hala gözlerimin önünde (paranoyaklıkla içseslerin arasında kalmayı insan gözlerinde nasıl bu kadar iyi verir ?)). Bay Toro'nun filmi de (henüz gösterimlere girmeden) 60 irili ufaklı ödülü kapmış 170 de adaylığı var. Üstelik başrolde Abraham Sapiens (baştan aşağı lateks kostümle kaplanmış bir dagcons). Sinemada izlemeyi planlıyordum ama baktım vizyon tarihine bir aydan fazla var, malum ortamlara da (güzel görüntülü versiyonu) düşmüş, dedim "Giyermo'nun parama mı ihtiyacı var ?" dün gece altyazı falan beklemedim, kırık dökük ingilizceme yaslanarak izledim.
   1950'li States'in altın yılları, soğuk savaş yavaştan hızlanıyor, refah hızla artıyor (devasa kadillaklar falan), herşeylerde (otobüslerde, camların çerçevelerinde, mimaride, araçlarda bir acaip kavisler, kloş etekler, şapkalı özel araç kullanıcıları (şapka başlarında ha !), biiçboys, İhap Hulusi (dur o bizden !), yükselen amerikan rüyası) bir gerçeküstülük kokusu. 
   İşte bu zamanlarda "Orpheum" (ki hem Trakyalı bir müzisyendir (roman değil helendir) hem Losencılısın efsanevi sinema salonudur) 'un üstünde ikiye bölünmüş bir dairede yaşayan Elizaesposito (çok gürültü olduğundan kira düşüktür zaar !, ama büyük pencereleri olmasına karşın yatak odası yoktur, kızcağız kanepelere kıvrılmaktadır) her sabah ayakkabılarını parlatır, yumurtalarını kaynatır, mastürbasyonunu yapar ve işine gider. Elisa sağır değil ama dilsizdir. Bir gün şehre bir Abe Sapiens gelir, bir güzel dalga olur o sularda (Kemal Burkay'a selam olsun). Olaylar gelişir.
   Beklentilerim hayli yüksek olduğundan sevemedim filmi (bu da bana ders olsun). Amelie ile Kapra filmleri arasında kalmış gibi geldi (Kapra filmlerinde bu kadar çıplaklık yoktu ama (zeitgeist diye bir şey var arakolpa !)). Kötü adamda Maykılşenın karikatürize bir şekilde dönemin devletini simgeliyor (biraz sakil durmuş sanki). Zeki Müren Paşamızın 1960'lardaki donunda zuhur eden Maykılştulberg dikkatli sinefili afallatıyor ("Beklenen Şarkı" bugün çevrilse rahatlıkla Paşaya can verir, Cahide Sonku'ya ise banko Keytvinslet (çok şey mi istiyorum kâri ?)). Sanat yönetimi (yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi) süpersonik. Renkler, filtreler, kostümler, dekorlar şükela). Irkçılık, homofobi, modernleşme, ideolojiye kurban edilen bilim eleştirileri de yapılıyor (ama fakire göre pek "kör gözüm parmağına" modunda yapılıyor). Eybsapiens pek kibar dans ediyor, yumurtaları lüpletiyor. Mantık hataları gırla gidiyor (kaçış için yağmur olmak zorunda mıdır ?). Ama olsundur, arşive atılır mı atılırdır. 
   Velhasıl (beklentilerinizi yüksek tutmayarak) rahatlıkla izlenebilir.

9 Ocak 2018 Salı

"Biz Rakı İçeriz" Evet !

 Kalender kerahat ve muhabbet muhibi Vefa Zat'ın (aşağıdaki foto daha fazla tarife hacet bırakmıyor) Büyükkeyif'te çıkan yazılarını toplamışlar, bu 214 sayfalık kitabı yapmışlar.
   Vefa Bey yazar değil, edebiyatçı değil (ama eminim masa sohbeti doyumsuzdur), emekli barmen. 1956'dan beri içki hazırlıyor, dersini vermiş, tarihi şahsiyetlere servis yapmış. İşini "iş" olarak değil gerçekten severek yapmış ve (yazılanlara bakılırsa) rakının hakkını vermiş. Bu bağlamda (ne işim olur bağlamla, fularlı mıyım ben ?) minvalde yaşamında biriktirdiklerini kısa kısa yazmış. Pratik bilgilerden (işkembe çorbasının faydaları, limonatanın hikmetleri, çiroz salatasının letafeti), tarihi olaylara (Atamızın rakıyla rabıtası, Selahattin Pınar'ın sofraları, Ahmet Haşim'in mezeleri, Todori, Agora, Gönül Yazar'ın küçücük bikinileri ve daha neler...) çok geniş bir konu yelpazesinde ilerleyen 3-4 sayfalık yazılar. Tam da etil alkolün tatsızlaştırıldığı bu günlerde (çaresiz imbik edineceğiz) rahatlıkla 1-2 günde okunabilir.
   Tek eleştirim, bazı yazılarda tekrarların çok olması (web sitesinde farklı tarihlerde yayınlandığı gözönüne alınırsa normal ama kitapta art arda okununca sakil duruyor). Bunun haricinde dimağınızdan ipek gibi kayıp gidiyor.

8 Ocak 2018 Pazartesi

"Musikiden Müziğe" Klasik Türk Müziğinde Kaynak Kitap.

 
   311 sayfa olmasına karşın kolay bir kitap değil. 4 Bölüm var. Biyografiler : ki Bobowski, Charles Fonton gibi "ne işi var bu adamların burada ?" diyebileceğiniz (açın bakın, bildiğiniz isimlerden çok daha fazla işlerinin olduğunu göreceksiniz) Zekai Dedezade Hafız Ahmet Efendi ve Hayri Tümer'in biyografilerini bulacaksınız.
   2.Bölüm Metinler. 3.Bölüm Kaynaklar (ki akademik bir dikkatle tasniflendirilmiştir) 4.Bölüm ise Gelenek ve Modernleşme adını taşıyor. 
   Osmanlı'dan günümüze klasik Türk müziğinin hikayesini (tümünü değil ancak daha akademik olanını) okuyabilirsiniz. Konservatuarlarda okutulsa olur derecesinde önemli bilgiler içeriyor. İş bu müziğimizde en büyük eksikliğin kayıt ve aktarma olduğu düşünülürse Bay Behar burada çok ciddi bir iş yapmış. Klasik Türk Müziğine ilginiz, rakı masalarında "biz heybelideee heeeeer geceeee" diye eşlikten fazlaysa alın okuyun, hoşunuza gidebilecek tarihi detaylar (Genç Cumhuriyetin bu tarz müziğe yaklaşımı mesela) ve ilginç karakterler (bestesini notalayacaklar diye aklı çıkan saray müzisyeni), fantastik resmi sıfatlar (dragomanlık !), gülümseten öyküler (Hüseyin Baykara'nın Gulam ve Hoca Öyküsü) bulacaksınız.

7 Ocak 2018 Pazar

"Siz Kimi Kandırıyorsunuz" Zihinsel Ambeleye Kalkmak...

   Zangadank başlıyor Bursa'daki bir yangınla ve tam gaz devam ediyor. Arada kendince molalar veriyor, dikkatini toplamakta güçlük çeken kâri için. Tarih (ama bildiğimiz/bildiğiniz resmi tarih değil. Sayın Yalçın tarihi karşılaştırmalı sunuyor okura, tipik lineer tarih değil yani), sosyal olaylar, kişiler, tespitler, Şule Yüksel Şenler'den (sıkmabaş mucidi) Kazım Karabekir'e, siyasal, magazinel, basın dünyasından, kültür çevrelerinden yüzlerce insan; satırlarda arz-ı endam ediyor. Bu kişiler hakkında bilinmeyenler, tarihsel ve sosyal çevre şartları derken, düz okurdan (misal ben) hafif bir balata yanığı kokusu geliyor. Tek bir konuya odaklanmadığından konu ambelesine kalkıyor zavallı pembe beyaz kitle (hani omuzlarımız üstünde taşıdığımız). Vallahi tatilde okudum tatilim rezil oldu. Önerim : alın bir köşede kalsın, ara ara alın okuyun. Tek doz için fazla kuvvetli. Bunun içinde Bay Yalçın'ın en tıfıl fotografisini koydum ki aşağıya, kendi çapımda intikam alayım. 

"Evvelotel" Ayfer Tunç'tan Öyküler.

 
   Bayan Tunç'un kalemperver kızının kitaplarından en uzun sürede bitirdiğimdir.
   16 Öykü var ve "Saklı" adlı daha önce yazılmış bir öykü kitabının öykülerinden doğmuş öyküler. Çok acı, çok gerçekçi ve çok... Böyle olunca fakirin elinde üç aya yakın zamandır sürükleniyor (naif adamım ben, öykücülükten beklentim Sait Faik (Usta o ! Ustayı unutmayalım) kalibresi öyküler). Okuduğumda azıcık umutlanmak, azıcık gülümsemek ve azıcık üzülmek (acının da azı makbul) istiyorum. Bundan mütevellit (mütevellit !) en zor bitirdiğim A.Tunç kitaplarından biri oldu. Bol zamanlarda tekrar okur muyum ? Yok, sanmam...

"Eşeklerin Bilgeliği" Bildiğiniz Eşeklerinki !


   Şimdi ben ismine bakıp "Hımm, metafordur bu. Olsa olsa yaşadığımız toplumda her gün gördüğümüz eşeklerden bahis açılıyordur. Fena da değilmiş, lümpen proleterya eleştirisini böyle kör gözüm parmağına kitap isminde yapmak." diye meh meh vızıldanırken aldım, başladım. 
   Hayır efendim ! Bildiğimiz eşeklerden bahsediliyor. Endi Bey bunun için Mısır'lara kadar gitmiş, bir eşek edinmiş, gözlemlemiş. Ama nebliyim fakiri fazla sarmadı. Bu veçhe sardırarak okudum (hızlı okuma). 2 günün akşamı yapılan okumalarla bitti. Eşeklere dair marazi bir merakınız varsa okunabilir, yoksa siz bilirsiniz yani.

Sisam'a Gidecek Olanlara Öneriler.

  
  •  İş bu seyahat 28 Aralık 2017 tarihinde yapıldığından, iklim, maliyet hesapları yapılırken bu tarih dikkate alınsın lütfen !
  • Kuşadası'ndan feribot var. Sabah 09.00'da hareket ediyor. Biletleme işini bir seyahat acentesi üstlenmiş. Tur satın almıyorsanız ve fakir gibi kalabalıklara takılmadan gezmeyi seviyorsanız, önceden irtibat kurup, sadece bilet almak istediğinizi söylüyorsunuz. Boş yer varsa sadece feribot bileti veriyorlar (1 kişi gidiş dönüş 45 Avro). Birbuçuk saat önce orada olsanız iyi olur. Pasaport kontrolü falan var. Duty free var. 
  • Yolculuk birbuçuk saat sürüyor. Feribotta içecek satışı yapılıyor, tuvaletler temizmiş, arka güvertede sigara içilebiliyor. Körfez içi bir seyir olduğundan dalga pek olmuyormuş. Hava güzelse üst güvertede gidip, etrafı temaşa mümkün. 
  • Sisam gümrüğü, diğer adaların aksine gayet modern. Yalnız giriş kontrolü yapılırken kimi zaman parmak izi eşleşmesi de istiyorlarmış (yoğun mülteci girişinden kelli (kelli !)), bu durumda girişler biraz uzuyormuş.
  • Gümrükten çıkınca doğru karşıdaki seyahat acentesinden araç kiralanabilir. Günlük 25 Avro. Adayı tam turlarsanız 15 Avroluk benzin yeter. Şu ahir hayatımda ilk kez bu kadar kolay araç kiraladım. Eski tip sürücü ehliyeti kabul ediliyor, uyduruk bir forma adınızı soyadınızı ehliyet numaranızı yazıyorlar. Parayı peşin alıyorlar. (arabayı önceden kontrol, fatura düzenlenmesi, kredi kartı blokesi falan hak getire) Anahtarı alıyorsunuz, işiniz bitince geri getiriyorsunuz, eğer ofis kapalıysa "civara park edin, anahtarı torpido gözüne koyun, kapıları açık bırakın" diyorlar. Biz de tastamam öyle yaptık. Şimdiye kadar aranmadığımıza göre bir sorun yok herhalde.
  • Kış vakti diğer yerler ıssızdır diyerek Vathi'de kaldık. Bonis Hotel, 80'li yıllardan kalmış gibi. Kiç mimari her detayda kendini belli ediyor. Banyo tuvalet (1978 standartlarına göre) çok iyi. Duş Perdesi, yerlerde seramiklerle yükseltilmiş duş bölgesi (0.8 m2) ve ömrümde ilk kez gördüğüm küçüklükte bir lavabo (0.1 m2). Otel 70-100 yaş aralığında (Johnny (kendine böyle diyor da aslı Yanni imiş) ve Maria) bir çift ve yardımcıları Barbara (o da 50-60 arası) tarafından idare ediliyor. Altyapı günümüz için yetersiz de olsa, misafire gösterilen özen bunu telafi ediyor. Odalar yeterli büyüklükte, çalışmayan hiç bir şey yok. Temizlik gayet iyi. Her gün çarşaflarımızı değiştirip, odayı titizlikle temizlediler. Deniz tarafındaki odaların manzarası süpersonik. Kahvaltıda Türklere özel domates, zeytin, peynir ilavesi unutulmamış ve yeterli. Gecelik fiyat (2 kişilik oda) 35 Avro, sahile ulaşımı yürüyerek 3-5 dakika. Wifi sağlam çekiyor. Beklentileriniz yüksek değilse, kış konaklamaları için düşünülebilir.
  • Öğle yemeklerini suvlaki, pita gyros (döner ekmek) şeklinde aperatiflerle geçirirseniz akşamları Yianni's Ouzeri (ouzeri uzo tektekçisi demekmiş, yanında da alaminüt birşeyler hazırlıyorlar) popüler bir aile işletmesi, her gece kalabalıktı.
  • Biraz sapa olmasına karşın Alisavo Ouzeri'yi de hararetle öneririm. Haftanın dört günü canlı müzik var (Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi). Hareket gece 10'a doğru başlıyor. Mutfağı fena değil. Önermemin nedeni ise tamamen mahalle halkına hitap etmesi ve kuntastik bir müzik vermesi. Gitar, buzuki ve solistten oluşan trio; beklentilerimizin üzerinde bir müzik yaptı. Müşteri kitlesi ise fantastikti. 80'li yıllardan kalmışa benzeyen ablalar, abiler sirtaki yaptılar. Vurdular uzonun dibine her şarkıya duyarak eşlik ederekten. Eh birazcık biz de tabi. Beş kişi 60 avro hesap verdik, güzelce karnımızı doyurduk, çakırkeyif oluncaya kadar anzarot tükettik, saatlerce güzel müzik dinleyip geyik çevirdik. Helali hoş olsun.
Alisavo Tabela
    Alisavo Sirtaki Band
  • Sahildeki turistik mekanlara dalmayın, boş bulunup dalarsanız deniz mahsulü birşeyler söylemeyin (ziyan ediyorlar). Et ve sakatatta daha iyiler (özellikle "local dish" denen şarapta pişmiş soğan ve et fena değildi).
  • Buradaki Pisagor bardakları (ki güzel ve anlamlı bir hediyedir) Pithagoreo'dan daha ucuz. Hediyelik satan yerlere bakın derim.
  • Ada hayli dağlık ve yeşillik. Trafik seyrek ve sorunsuz, sürücüler saygılı. 
  • Güney kısmının denizi daha güzel, bahar ve kış aylarında güney kısmı daha güzel olmalı.
  • Pisagor'un doğum yeri Pithagoreo, turistik işletmelerle dolu güzel bir sahil kasabası. Mendirek ucundaki Pisagor heykelinin önünde bir fotoğraf çektirdikten sonra hemen orada bulunan İliad adlı kafede (wifi şifresi "iliad1994") vakit geçirebilirsiniz, kahve 2.5 euro, koltuklar rahat, servis özenli, işletmeci teyze iyi ingilizce biliyor (herhalde ingiliz zaten) saatlerce otursanız bile kimse "başka bir arzunuz var mı ?" diye sormaz. 
Fisagor'un Heykeli
(Umut Sarıkaya'ya selam olsun !)


Pitagoreo'nun sokakları

  • Kokkari ve Karlovasi öyle pek matah değildi (en azından Aralık ayında). Karlovasi nisbeten büyükçe, güzel kafeleri ve pastaneleri var.
  • Yılbaşı öncesinde tüm tarihi mekanlar kapalıydı, haliyle ahkam kesecek bilgim yok. 
  • Paliokastro diye bir köyde (Vathi'ye çok yakın) meydanın çok yakınında Triantafilos diye bir balıkçı lokantası var (çevreye sorun gösterirler, yeri biraz sapa). Şikemperverler kaçırmasın. Fiyatlar turistik yerlerin 1-2 avro yukarısında olmasına karşın (içecekler aynı ama) sunduğu tabaklar damak çatlatır kalitede. Karides saganaki, feta saganaki, mavi köpekbalığı (şu ahir ömrümde ilk kez köpekbalığı yiyorum, pek güzelmiş), shellfish saganaki (ki içinde taraktan, yengeçe herşey var) velhasıl önünüze gelen her şey çok leziz. En genç yoldaşımız (biraz genç olduğundan deniz ürünleri tercih etmedi (gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse !)) hamburger aldı. 6 avro. "Hımm dedim 30 liraya hamburger olur mu ?". Hamburger bir geldi 300 gr.et. Hem nitelik hem nicelik olarak bu parayı hakediyor yani. Yazları önündeki meydana masa çıkarıyorlarmış, daha bir ferahfeza olur.
düz saganaki
çimçim ve papalina saganaki

shellfish saganaki
karides saganaki

mavi köpekbalığı
  • Yanınızda yunan alfabesini bilen ve rumcayı konuşan biri olursa (bilir o kendini :)) tembelliğe yatıp herşeyi ona sorabilirsiniz. Bir de iyi fotoğraf çeken biri varsa (o da bilir kendini :)) alınan fotoları böyle ağ güncelerine koyarsınız telif istemeden. 
  • Vathi'nin üst mahallelerini turlarsanız çok güzel ara sokaklarla karşılaşılabilir. Hatta "Kaptan Lahana"nın heykelini (şaka yapmıyorum !) bile görebilirsiniz.
Kapitan Lahana !
Vathi üst mahalleler
  • Yazın da gidilebilir, kışın da. Bir günde her yerini gezer, üç günde sakin bir yer bulup, denizin güneşin keyfini (otopark değnekçisi, çakal beach club işletmecisi, arsız esnaf, seyrek bıyıklı asabi şahsiyet, "başka bir şey istemez misiniz ?" diye soran açıkgöz garsonlar olmadan) çıkarabilirsiniz.
  • Haydi iyi gezmeler !