27 Şubat 2017 Pazartesi

"I don't feel at home in this world anymore" Her zaman denk gelmiyor !

   Pazartesi akşamı izlenecek filmdir.
   İlk 5 dakikada başrol kızımızı kendime acaip yakın buldum. O kararsızlıklar, o incelikler, o naif can sıkıntıları, hödüklüklere hayıflanmalar, büyütülen (küçük) varolma endişeleri. Bir de yapı itibarıyla (balıketinden hallice, o tombiş yüzündeki üzgün gözlerle falan) klişe başrol olmayan karakter, fakiri iyiden koltuğuna yerleştirmiştir.
   Hemşire yardımcısı Rut, evi soyulunca olaylar gelişir.
   Bu tarz filmler (kara mizah, aksiyon, gore : ortaya karışık) zaten güzeldir bana göre. Yönetmen bey de, iyi bir kast, sıkı müzikler, dozunda mizah (misal : faşist teyzenin son sözleri), akıcı bir kurgu, yeterli metaforlar (ormandaki kırmızı ceketli büyükanne, eskicideki rakun, alçıdan ayakizinin kullanım yeri falan), mebzul miktarda subliminal mesaj (modern dünyanın sıkıntıları ve beyhudeliği) ve elbette iyi bir senaryoyla şükela bir iş yapmış. 
   Eliyahvuud da böyle bağımsız filmlerde iyi mi ne (bundan önce de (tüm film boyunca) bir ölüyü canlandırdığı (oksimoron yaptım) filmi (vakit bulursam onu da yazacağım) iyi bulmuştum).
   Velhasıl, güvercinim izledi, zuzum da öyle. Yani düz izleyiciye her türlü gideri vardır. Sinefiller ise kaçırmasın (Sundance'da büyük jüri ödülü falan almış). Pazartesi akşamınız şenlenir bari.

22 Şubat 2017 Çarşamba

Er Ryan-Desmond Ross Mukayesesi. (başka işin mi yok adam !)


   Şimdi hakkını vermek gerek. Normalin üstünde fiyatı var ama her damlasını hak ediyor. Bir Cem Gürdal ürünü değil ama üzerinde çalışılmış. Sofra şarabı değil ama sofrada zıkkımlandık. İlk kadehin sonlarına etkisini gösteriyor (çilingir zuhur ediyor), ikincisini almadı fakir zaten. Hal böyleyken oturduk klavyenin başına. Du bakali nolecek ?
   Geçen (filmi ilk izlediğimde ünlü olmayan ünlülerin (vindizel, polcamatti falan) hatırına) bir kez daha "Er Ryan'ı Kurtarmak"ı izledim. Gözümden kaçmış detayları yakaladım, tomsayzmor'un oyunculuğunu beğendim (kokainman çıkmasaydı iyiydi), tomhenks'in bakışlarındaki dehşeti yansıtmasını beğenmemezlik edemedim (dikkatli kâri bu iki fiilin de birbirinin aynı olduğunu şıppanadak ayacaktır (Salah Usta'ya selam olsun)). Velhasılı kelam üç saate yakın bir zamanı (2s49d) bir güzel ezdim.
   Ufaktan eleştirilerine bakıyorum. Yok efendim savaş sahneleri benzeşiyormuş, güzel de meşazları varmış, yönetmen melgibsın'mış vs.vs. Dedim "bari bu akşam da bunu izleyeyim.". 2s20d da böylece geçmiş oldu.
   Heksovric'i tanıtacağıma bari bir karşılaştırma yapayım (pendore nin katkılarıyla) da iyice olsun.
  • Rayen de gepgenç bir Metdeymın var ve gülüşüyle gençkızların yüreğini hoplatıyorken, Desmınddas'da hindiboyunlu bir Endruvygarfiyıld var (ki mukayese kabul etmez).
  • Heksovric, tam 18 sene sonra çekilmesine karşın görsel efektlerde sipiilberg'in işinin kat be kat gerisindedir (savaş sahnesi öyle sağa sola sakatat yerleştirilerek gerçekçi oldurulamıyor bay Gibsın !).
  • İlk filmimizde (sonradan da değeri anlaşılacak) yığınla yanrol vardır (bkz.2.paragraf), heksovric'de (bundan sonra yazacağım her karşılaştırmada kötü olan heksovric olacağından, bir daha heksovric yazmamaya karar vermiş bulunuyorum) ise yıldız ışığı görünen kimse yoktur (başrol dahil).
  • kötü olan filmde bir yüzbaşı millır ve başçavuş horvet yoktur. Yok ! yüzbaşı ve başçavuş aynı yerlere yerleştirilmiş ama sakil durmuşlardır.
  • Her iki film de gerekli yerlerden gereken destekleri almak için (kilise, devlet) lazım gelen tüm trükleri uygulamışlardır (amerikan bayrakları, İncil'den alıntılar falan) ama kötü olan "kör gözüm parmağına" yöntemini uygularken iyi olan "karıncaya iyi davranacaksın, belini incitmeyeceksin" taktiği uygulamıştır (işte bunlar hep alkol !).
  • Kötü olan filmde kamera nereye doğru yönelse insanlar o doğrultuda ölmektedir. (misal kamera soldan sağa gidiyor. Hop ! siperdeki insanlar soldan sağa ölmeye başlıyorlar)
  • Kötü filmin dekorları film dekoru gibi, iyisinin dekorları savaş alanı gibidir. Bir de tabi yıkıntıların içinde Editpiyaf (ve hemen ardından zuhur eden zırhlı zangırtıları) unutulmazdır.
  • Mantıkfersâ hatalar iyisinde daha azdır. (misal o şeytan çarmıhını kesseler akını durduracaklar ama yok duruyor o şeytan çarmıhı (bakmayın ekşideki şeytançarmıhı tanımına, gerçeği aynen o kötü filmdeki ip merdivendir))
  • Kötü filmin tek avantajlı yanı : gerçek bir hikayeye yaslanmasıdır. (Lâkin fakir de bilir ki : savaşlarda kahraman ve kahramanlık gerektir. Olmasa da imal edilir. (bunda da bir imalat kokusu alıyorum (günahlarını almak gibi olmasın)))
  • İyi filmin senaryosunda; gövdenin etrafında bir dolu taşıyıcı dal varken (aphım'ın donuna doldurması (neredeyse), rayın'ın eve gitmek yerine görevini tamamlamayı tercih etmesi, keskin nişancının nasıl da öyle şıpınişi uyuması (bunlar iyi güzel de, upuzun filmden benim aklımda kalan Millır yüzbaşının bakışlarındaki dehşettir. Savaşın dehşetini bu kadar iyi yansıtan başka sahne azdır. Bir de makinalı tüfek yuvasının fethinden sonra gizlice ağlaması tabi.) parantezde yine rekor kırdım) kötü filmin ağır aksak bir mesajı iki saati aşan zamanda vermeye çalışması (ve tam da becerememesi), patetiktir (ne işim olur patetiklikle !) Kemalettin Tuğcu'luktur (nur içinde yatsın (çocukluğumu yemiştir rahmetli)).
  • Mukayese gittikçe b.ka sarıyor. İyisi mi ben keseyim. 
   Hülasa : yeni çekilmiş kötü bir savaş filmi izlemektense 18 yıllık olanı izleyin : daha iyi vakit geçirirsiniz.
   Arakolpa çekilir. 

12 Şubat 2017 Pazar

"De grønne slagtere"

 Akşam akşam fakiri başka dünyalara götüren, kafa açan bir Danimarka Anderstomascensen filmidir.
   Medsmikelsen hakkında fazla bir şey söylemeye gerek yok. Sven; nasıl obsesif, itici, terleyen, sinir tiptir anlatamam. İzlemek gerek, görmek gerek. Daha ilk sahneden ızgaradaki köftelerin sıralarının bozulmasından başlayarak, tüm film boyunca yıldırımları üzerine çekiyor. Garip bir şekilde bir noktadan sonra digerkamlık yapıp, "acıyım bari şu karaktere" dediğiniz anda yine bir p.çlik yaparak, yine yıldırımları çekiyor. Paratoner gibi rol kesmiş Bay Mikelsen. Şapka çıkarılır.
   Bjarne/Eigil'i canlandıran Nikolaj Lie Kaas da yevmiyenin hakkını vermiş. Attığı tekmeler pek yerinde.
   Konumuz ise pek değişiktir. Zaman zaman "Şarküteri"ye kayan bir eksen ama eksenin çevresindekiler bambaşka. Minimal iskandinav dekorları, insanları, sokakları, evleri bir yanda, dudak uçuklatan gelişmeler diğer yanda. Her Anderstomascensen filminde olduğu gibi pek çok liminal (başarının kutsanması (nedeni nasılı hiç sorgulamadan)) ve subliminal (seri katillerin sevilme isteği) mesaj gırla gidiyor. Ama mesajla işim olmaz derseniz sırf Sven'in bowling antremanları için bile (yaran sahnelerdir), sırf Sven'in lambada görülen ayağa bakışını izlemek için bile izlenecek filmdir.
   Holivuttan baygınlık geçiren bünyeler için naneli limonatadır, içerik itibarıyla ise Bloody Mary (ne işim olur bloody mary ile) kanlı meryemdir. Hassas bünyeler filmden sonra sakatat yiyemeyebilirler ama. Bu da uyarım olsun.

5 Şubat 2017 Pazar

"Varidat" Şeyh Bedrettin

    Sıkletimi aşan kitaptır. Halbuki en kısa, en yorumsuz, en sade baskısını (Dr.Cengiz Ketene tercümesi) bulup okumama karşın, irfanımın ötesindedir. 
   Evet, okurken tamamen katıldığım fikirler, görüşler vardır ancak tamamının yorumlanması ancak bu konuda yeterli bilgim olacağında (ki çok şüphelidir) mümkündür. Tasavvufun ancak derkenarını yorumlayacak kesafetteyim. Bu konuda okumuş yazmış olanların, elbette ki fakirden çok daha kapsamlı söyleyecek sözleri vardır. Ancak "her yağmur damlasında bir meleğin olduğu ve bunu bilmenin yağmuru sağlayan sebep olduğu" düşüncesine zahiren katılmıyorum. Başka anlamlarını bilemem, ben okuduğunu anlamaya çalışan cahil bir insanım. 
   Bunun yanı sıra, kutsal kitaplarda bahsedilen cennetin hurilerden, ağaçlardan, ırmaklardan mürekkep, cehennemin ise kaynar kazanlar, zebaniler, çarmıhlar, işkencelerden oluştuğu düşüncesine Şeyh Bedrettin gibi katılmıyorum. Bunlar bizim idrakimizde ve yaşadığımız dünyada olan şeyler. Aslında cennet ve cehennem düşüncesine de katılmıyorum (bu başka fasıl). 
   Neticede (bu baskı) 50 sayfalık bir risale. Yazıldığı dönem için çok cesur beyanlarda bulunan bu eser, tümünü anlamasanız bile, yazdıklarına katılmasanız bile es geçilmeyecek bir menzil. 
P.S. : Şeyh Bedrettin günümüzde sol düşünce tarafından sahipleniyor. Okuduklarım içinde sol düşünceden ziyade, kuantum fiziğine yakın fikirler buldum. Her halûkarda muktedirlerin işine gelmeyen fikirler. Şimdi düşünüyorum da, bir kez daha (belki de daha kapsamlı bir baskısı) okunur.

4 Şubat 2017 Cumartesi

"Ondskan" Kötülük Hakkında Neler Biliyoruz ?

   Mikael Hafström güzel iş yapmış. Ne varsa İskandinavlarda, İranlılarda, Korelilerde (hülasa holivut dışı olanlarda) var.
   Film hiç sarkmıyor. Belirli bir döneme odaklanmasına karşın (verdiği dönem mesajlarını düşünürsek) teşrih masasına yatırdığı kavramlar hep önümüzde. İsveç'i, 2.dünya savaşı sonrasını falan geçin; sokağa çıkın etrafa bir bakın; filmden bazı kesitlerin hemen aklınıza geleceğinden eminim (kötülük her yerde). 
   Üvey babasından (ne de güzel canlandırmışlar (öfkeden, kıçını ıslak havluyla dövme isteği uyandırdı namussuzum)) şiddet gören Erikponti (yalnız ne yakışıklı çocuk !) yatılı okula gönderilir. Paralı ve sosyetik okulda kuralları öğrenciler koymakta ve uygulamaktadır. Fakir de buna benzer garaipliklerle dolu bir okulda (paralı ve sosyetik olması dışında) tedris aldığından kelli, izlerken digemkârlık yaşadı elbette. Erik (bana hep Brando'nun "Rıhtımlar Üzerinde"ki hafif (hayır ağır) serseri halini anımsattı), düz bir öğrenci değildir. Şiddete ve kötülüğe karşı ciddi bir direnişi vardır. Ama diren diren nereye kadardır ?
   Neyse ! spoylere (ne işim olur spoylerle) bozuntuya girmeyeyim. Sineperverlere (bunu da yeni buldum) hararetle önereyim. Bulabilirseniz kaçırmayın. 



3 Şubat 2017 Cuma

"Tetikçinin Listesi" Block'dan Uzun Polisiye.

   Önce sonundan başlayıp aşka gelince önceki romanını da okumuş olduk. İyi mi yaptık ? Hayır.
   Başrolde John Keller (jüri üyesi, filatelist, kibar bir adam, "katil başparmağı" var, aynı zamanda kiralık katil), Dot (ve buzlu çayları) ve diğerleri. Bay Block'un üslubu ve tespitleri her zamanki gibi. 
   Fakat bu kez alışık olmadığımız kesafette bir kitapla karşı karşıyayızdır (263 sayfa (hem de küçücük puntolarla)). Her zamanki kısa, vurucu kitaplarından biri değil. 
   Konu ilgi çekici de olsa biraz sündürüldüğü için ortaların sonuna doğru (olay örgüsünün de sarkmaya başladığı sayfalarda) biraz uykum geldi (ki ustanın kitaplarında hiç başıma gelmemişti). 
   Bence siz bunu pas geçin "Tetikçi"yi okuyun daha iyi.

2 Şubat 2017 Perşembe

"Tetikçi" Block'dan Yine Bir Antikahraman !

 
   2008'de okumuşum. 16 yıl içinde nereden baksan iki kez okumuşum. Geçen yine başladım, her zamanki gibi bir günde bitti.
   Bay Blok'un yarattığı anti kahramanların müptelasıyım. Neredeyse hepsinin dizilerini sürgit okumalarla bitirdim. Olay örgüsünü klasik kurar, kahramanlar hep arızalıdır, ince bir humor bütür satırlara işlemiştir, detaylara çalışır, öyle fazla bir "düşündüreyim" "meşazlar vereyim" düşüncesi yoktur. Buna mukabil okumalara doyamazken, ustanın ince gördüğü tespitlere katılmamanız (sanat çevrelerinin siyah giysi düşkünlüğü), yarattığı tiplemelerin gözünüzün önünde canlanması (Dot'u yolda görsem tanırım misal) kaçınılmazdır.
   Tetikçi de bu kalıpların içinde. Keller diye (ne manidar isim) bir tetikçinin başına gelenler. Keller (tam da son işi olacakken), bir işinde tufaya gelir, artık ne evi, ne işi !, ne de bir geçmişi olabilecektir. Tam anlamıyla yalın ayak, başı kabak kalakalmıştır. Şimdi ne olacaktır ?
   Gerisi kitapta.
   Her LB polisiyesinde olduğu gibi ince tespitler, gülümseten diyaloglar, sular seller gibi akan sayfalar var. Ama nedir bu devamlı okuma isteği duymam ?
   Zannediyorum ki kitabın temelde "yeni bir başlangıç" (hem de sıfırdan) içermesi. Yıllar yılı çalışarak elde edilmiş kazanımların, geçmişin, konforun bir anda elden çıkması ve ardından yeni bir hayat kurma çabaları. Tetikçilikten inşaatçılığa geçiş. Elbette ki okurun gönlünü hoş etmek adına soğuk yenen bir yemek de finalde var ama asıl vurucu olan : yeni bir başlangıç. 
   Kendinizi zaman zaman Keller'in yerine koyarak, ne yapardım ? diye düşünmenize neden oluyor. Bazen ilginç çıkarımlar yapabiliyorsunuz. Bunu yapmasanız bile kafayı boşaltmak üstelik gülümseyerek boşaltmak için okunabilecek sıkı bir polisiye. Öneririm yani.
Hamiş : Hazır başlamışken bu serinin önceki kitabı "Tetikçinin Listesi"ne de başladım. O da sonraki yazılarda...

"Arrival" Klasik Bilimkurgu Değil !

    Öyle efektler olsun, yaratıklar sıçrasın, CGI'a doyalım diyorsanız; hiç hallenmeyin (gidip Transformers falan izleyin).
   Kavramları didikleyeyim, bir kere daha izleyeyim, iletişim nasıl bişiy ? diyorsanız yakın durunuz. Ancak eleştirilerde (adetimdir hem önce hem sonra biraz eleştiri okurum) büyütüldüğü gibi "kült" falan değildir bana göre. 
   Ha nedir ! Fakire; zamanın kimi algılarca lineer değil üç (ve hatta çok) boyutlu algılanabileceğini göstermiştir. İlginç de olmuştur. Bu açıdan ikinciye izlense daha farklı tatlar da alınabilir. Ancak; bilimkurgudur tabii. Kült değilse bile iyi bir bilimkurgudur. 
    Eymiedıms ve Ceremirenır üstlerine düşeni yapmışlar (bu kızcağızı da bir türlü sevemedim). Efektler kafa karıştıracak gibi değil (son sahnelerdeki yerçekimsiz ortam iyidir ama (o saçları falan nasıl yapmışlar öyle !)). Olay kurgusu zihin açar. Kısacası izlenmeye değer. Kafa boşaltmaya değil düşündürmeye yarar baştan söyleyeyim.