15 Mayıs 2016 Pazar

"Captain America : Civil War" Ortalık Süper Kahramandan Geçilmiyor.

   İki buçuk saat sürüyor. (özellikle üç buutlu izlemek hayli yorucu)
   Evıncırs takımının meşruiyeti üzerine başlayan bir ayrışma üzerinden, takımın bölünmesine yol açan bir süreci konu alan filmimiz; bildik kalıpların ötesine çıkamayarak her yıl izlediğimiz çok efektli bir dizi olmasının ötesine geçemiyor. 
   Kavga dövüş sırasında içlerinden biri "yok mu kardişim daha fazla olağanüstü özellikli birileri ?" diyerek çemrikiyordu (sanırsam demir adam). Sonuna kadar katılıyorum. Hele son bölümde dahil olan kedi kılıklı prens (evet bildiğiniz prens), ergen örümcekadam ve karıncaadamla iyiden iyiye kalabalıklaşan grup kendi aralarında arkadaşça tepişip, döğüşürken efektlere iyiden iyiye pik yaptırmışlar. 
   Sinema olarak değerlendirilebilir mi ? O kadar insana ekmek çıkarmış, üzerinde bir konser salonunu dolduracak kadar çok kişi çalışmış, emek vermiş. Ama fakire göre bu sinema değil. Eyyy marvılcılar ! sinemayı sizden öğrenecek değiliz. Stenlii'nin ekmeğini (ki bu bölümde fedex kuryecisidir kendileri) daha ne kadar yiyeceksiniz ? Şunu biliniz ki : arakolpa'dan bir daha ekmek yiyemeyeceksiniz.
   Evet sevgili sinefil : duvara bakarak geçireceğiniz bir üç saatiniz varsa onun yerine bu filme gidip zamanı ezebilirsiniz. Ama "sinema" izlemeye niyetiniz varsa başka film seçmenizi öneririm.

10 Mayıs 2016 Salı

"Hail Caesar" Coen Biraderlerin Son Filmi.


   Koen Kardeşlerin filmografisindeki "True Grit"den sonraki en zayıf halka olması, filmin izlenmemesini gerektirmiyor tabiy ki.
   Her derde deva bir set yönetmeninin bir gününü bizlere aktaran filmde, holivut mutfağına kısa bir bakış sarfediyoruz (sarfınazar). Koen biraderlerin bir üslubu var. Kimi zaman kişisel de olsa (Bkz.A Serious Man) izlemekten haz aldığım bir üslup bu. Burada da bu üsluptan kimi izler görmek mümkün. Dönemin film sanayisine bir saygı duruşu niteliğindeki bu pelikulamızda oldukça iddialı bir kast var. Taa "İskoçyalı"dan sonra B sınıfı filmlerde harcanan Kristofırlembırt'dan, kısacık bir rolde kendini gösteren Conehhill, Skarletyohensın, (koenlerin olmazsa olmazı) Frensismekdormınt, Tildasivintın, Çeningteytum, Ralffines ve Caşbrolin'e kadar bir çok felisiti (uzun olsun kısa olsun) arz-ı endam ediyorlar. 
   Ha ! film bitince düşündüren bir senaryosu yok. Ve hatta "bu da neydi ?" diyebileceksiniz muhtemel ama Corckuluuni'nin aşağıdaki mimiklerini temaşa etmek için dahi izlenebilir filmdir. 
   Ben izledim. İzlemesem de olurdu ama vaktim boşa mı gitti. Yoo ! Üzerinde düşünülmeyecek, kafayı boşaltacak (ve hatta sonrasında belki de hatırladığınızda gülümsetebilecek (misal holivut komünistleri ve Ralffines'in aksan dersleri (complicated))) ayrıntıları olan (şurası muhakkak ki) görsel açıdan pek güzel bir kordeladır. 
   İsteyenlere öneririm.

8 Mayıs 2016 Pazar

"Kabuslar Pazarı" King'den Öyküler.

   Bay King, ilk defa zenaata dair böyle bir itirafta bulunup, arka kapakta "işte ürünlerim bunlar sevgili daimi okurum. Bu gece her şeyden bir parça satıyorum. İşte bu zamanlarda örtümü yere yayıp ürünlerimi sergiliyorum." yazmış. 
   Icığını cıcığını okuduğumdan artık King kitapları konusunda "uzman" sayılabilirim. Usta "Kule" serisinden sonra eski formunu yitirdi bence. Artık işin zenaat kısmında kalemini konuşturuyor diyebiliriz. Bu öykü kitabında eski "onikiye beş kala" tarzı öykülerinden eser yok. Nedir : bunlar daha çok ruhtan ziyade mesleğin konuştuğu eserlerdir. Okunması kolay (üç günlük seyahatin boş anlarında okundu ve 565 sayfa bitiverdi), kimileri hüzünlendirici, kimileri ürpertici (ama asla eskileri kadar değil), kimileri şiir formatında (ki son derece başarısız olduğunu düşünüyorum) yirmi tane öykü. 
   Her öyküden önce; fikrin nasıl geldiği, nasıl geliştiği, hangi müzikler dinlendiği, esinlendiği konusunda ipuçlarının olduğu birer küçük açıklama var. Bunlar; öykü yazarlığına öykünenlere faydalı olabilir. Ancak (üzülerek yazıyorum ki) asla eski öykülerin yanına bile yaklaşamayan öykülerdir.
   Daima belirttiğim gibi Altın Kitaplar'ın çevirilerinde önemli bir kalite sorunu var. Özellikle King kitaplarında bunu çok ciddi olarak hissedebiliyorsunuz. Canan Kim, bu konudaki çıtamızı çok yükseltti ve bunun ceremesini ciddi olarak çekiyoruz. 
   Çeviri; yazılanları mod-o-mod şeklinde çevirmek olsaydı bunu makinelere yaptırabilirdik (gugıl transleytten bahsetmiyorum. o işi yapabilen çok daha iyi programlar var). Ama çeviri; bir manada metni tekrar yazmaktır. O da bu kitapta yok. Karton kapaklı ingilizcesini bulursam yeniden değerlendirmeye çalışırım. Neticede; Bay King, diline kazandırdığı zenginlikler konusunda, ülkesinde bayağı ciddiye alınan bir zat. Yazdıklarını, ağzı kurumuş bir şekilde leblebi tozu yemeye çalışır gibi okumak eziyet veriyor. Çeviri konusuna takmazsanız (ki memleketimde King kitapları konusunda hatırı sayılır bir izleyici kitlesi var) hemencecik okur bitirirsiniz. Takarsanız, başka bir yayınevinin telif işini halettikten sonra yeniden yayınlanmasını beklersiniz (uzun iş !). Siz bilirsiniz.

"Midnight Special" Cefnikıls'ın Düşen Grafiği

   Yönetmen Cefnikıls, oyuncular Maykılşenın, Coyılecırtın ve Kristindanst, fragman da hayli fantastik ögeler taşıyınca; merak da pik yapıp "geceyarısı özel"i beklemeye başladık elbette.
   Bu bay Nikıls, ilk izlediğim filmi "Take Shelter" ile Maykılşenın'ı izlememe neden olmuştu. Film de filmdi hani. Sonra "Mud" geldi, daha sonra ise ilk çevirdiği "Shotgun Stories". Hepsi iyiydi. Ama fakire göre "Shelter" bir başkaydı. Yönetmenin sonraki filmi düşüşteydi bence. Neyse bunlar sübjektif yorumlar. 
   Cefnikıls, ilk kez bu kadar iddialı bir kastla, senaryosunu da yazdığı bu filmi yönetmiş. Senaryo da hayli iddialı. 
   Olağandışı güçleri olan küçücük bir çocuğu, çok küçük yaşlarda ana babasından ayıran püriten tarikat, neden çocuğu tarikatın eline kaptırdığı belli olmayan bir baba (Maykılşenın), babanın (bir eyalet polisi olan) çocukluk arkadaşı (Coyılecırtın), çocuğun annesi (Bayan Danst), tarikatın cübbelisi (Semşepırt). Semşepırt'ın FBI (Nalet olasıca federaller) tarafından yapılan sorgusunda "siz neyle karşı karşıya olduğunuzu bilmiyorsunuz" deyip, kenardan sırıtması, çocuğun düşünce gücüyle uyduları düşürebilmesi (ve daha birsürü numarası), her tarafı izole bir odadan sorunsuzca kaçabilmesi, baba oğul rabıtası, gözlerden çıkan ışıklar, fenomene koşulsuz bağlanan müritler, süper güçler, ve daha neler.
   Üzgünüm sevgili okur. Bu sefer Bay Nikıls ciddi anlamda çuvallamış bulunuyor. Süpersonik olabilecek bir senaryoyu (ki doğaüstü güçler seyirciyi tavlar), iyi bir kadroyla (bkz.ilk paragraf) gişesi çok olabilecek bir holivut filmine çevirmesinden korktuğum yönetmen bey, istediğimi gerçekleştirmek yerine (ki bakış açısının süper kahramanın babasına odaklanmasını, holivutun süper kahramanlarına başka türlü bakmasını isterdim) tutmuş tırt bir film yapmış. 
   Senaryodaki mantık hatalarını hiç saymıyorum (en başta o yol kenarı otelden kaçarken aracı niye resepsiyonun önüne bıraktıkları gibi mesela (zaten o andan sonra senaryoda yanlış aramamaya başladım)) filmin senaryosunun izleyiciyi getirdiği yer tam tamına istiklal caddesi (kafakarışıklığı, ne olduğu belirsiz kaotik bir yer).  
   Şimdiye kadarki sinematografisinde kendine özgü bir dil oluşturmuş olan bay nikıls (bakınız artık isminin ilk harflerini bile büyük harfle yazmaya zahmet etmemekteyim (ama bu satırları yazmaya zahmet edip kendimle çelişiyorum)) sadık izleyicilerini tarumar ederek sahneden çekilmiştir.
  Aman diyim uzak durun.