10 Temmuz 2016 Pazar

"İçimizdeki Şeytan" Ah Ömer Ah !

    Sabahattin Ali kitapları okumak güzel. Her lokmadan haz alınan mükellef bir ziyafet gibi. Sonrasında üzerinde düşünmesi de güzel. Altı üstü çizilen satırları bir kez daha gözden geçirmek keyifli. Ama tanıtımını yaparken içim cız ediyor. Nedir : her kitabın kapağını üste, yazarını alta yakıştırıyorum. Sabahattin Ali'nin hep genç fotoğrafları var. Ne olurdu şöyle (eline de pek yakışan piposuyla) kırışık yüzlü, aksaçlı bir fotografisini koyabilseydim alt tarafa ! Kırkbir (41) yaşında göçüvermiş (zannımca zinde kuvvetler tarafından göçürülmüş). O yaşına kadar yazdıkları, yazabileceklerinin göstergesiyse : vah ki ne vah ! Ailesinin, yakınlarının, dostlarının kaybından çok daha yüzeysel bir bibliyofil bencilliğiyle her kitabını okudukça hüzünleniyorum. 
   Kitap akıyor. Tasvirler firfirikli (122.sayfadaki Hikmet Bey'in "minimini bir suratın yarısını kaplayan iri ve biraz sola mail burnu, ... " diye başlayan tasvir şükela bir örnektir mesela (Ahmet Hamdi Tanpınar'a bin selamlar !)), monologlar cımbızlanacak aforizmalarla dolu, karakterler ziyadesiyle silik (Ah ömer ah !), gerek sosyolojik gerek kişisel analizler cuk oturuyor (altta müzik ve sanat hakkında bir monologdan bir alıntı yaptım, meraklısı göz atabilir). Velhasıl, okuma ışığında (şezlongda okunmaz, okunamaz), kırmızı şarap eşliğinde her akşam 20-50 sayfa alınması ruha ciladır.
   Elimde değil, aşağıdaki fotoğrafa her baktığımda hüzünleniyorum.
HAMİŞ : Buradan YKY'a sesleniyorum. İçimizdeki Şeytan diye kitap isminin altına hemen Sabahattin Ali'nin fotografisini koymak pek akıllıca değildir. Kimi "ilmi" yüksek, bıyıkları seyrek şahsiyetler : içlerindeki şeytan olarak Merhumu bellerler, aman diyim !
S.73
"Hayat dediğin başka nedir zaten ? Üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara, ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. Her hadisenin insanı eğlendirecek bir tarafı vardır. Hayatta hiçbir şey bizim arzumuza tabi değildir. Gerçi bu bir felaket, lakin hilkat bize bu felaketi hafifletecek bir vasıta da vermiş. Etrafı çeşmi ibretle temaşa kabiliyeti... Birkaç kurnaz ve işbilirin yanında bir sürü de Allah'ın mübarek koyunları var... Yaşamak ve yeryüzünde üç adımlık bir yer işgal etmekle mühim bir iş yaptıklarını zannederler. Kimisi gençliğine mağrurdur, kimisi ihtiyarlığına ve tecrübesine dayanıp böbürlenir; kimisi eskiden neydim diye övünür; kimisi ilerde neler olacağını ihsas ederek itibar kazanmak ister. Hepsi birden mahiyetini asla anlamadıkları bu değirmenin içinde yuvarlanıp giderler ve kainatın mihverinin kendilerinden geçtiğini vehmederler..."
S.158
"Ben hiçbir müziğin, içerisinde güzel, kuvvetli, heyecanlı taraflar bulunan hiçbir sanat şubesinin şekil mülahazaları yüzünden düşmanı olamam. Sanat bir ifadedir; her devir, her medeniyet başka türlü duyar ve pek tabii olarak başka türlü ifade eder. Bence en iptidai zenci müziği bile sanat eseridir. Kaldı ki, bizim alaturka dediğimiz şeklin bir tekamül seyri, fevkalade incelmiş ve mükemmelleşmiş tarafları vardır. O ruhu ve o medeniyeti bırakırken onun ifade şeklini muhafaza edecek değiliz. lakin topyekûn inkar da ancak barbarların kârıdır. Benim nefretim buralarda çalınan şeylere !... Bunlar alaturka değil, bunlar alafranga değil, her şeyden evvel müzik değil... Şark ve Garp müziğini birbirinden ayırmaya çalışmadan evvel her iki nev'in iyisini kötüsünden ayırmaya çalışmalıyız.. Otuz kırk seneden beri bu memlekette yarım sayfalık bile güzel beste yazılmamıştır. Buralarda çalınanlar bayağılığın, adimi iktidarın ifadesidir." (Allah'tan bugünlerde çalınanları duymamış)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder