30 Mart 2014 Pazar

"Nymphomaniac: Vol. I ve II" LVT'nin son filmi...

   Cinselliğe nesnellikle bakamıyorsanız uzak durmanız gereken filmdir. Yoksa pornografik bir yapımla karşı karşıya kaldığınızı zannedebilirsiniz (teen, lezbiyen, üçlü, sadomazo, hatta pedofili vs.vs.).
   Yok; "aştım kardişim ben onları !" diyebiliyorsanız rahatça arkanıza yaslanıp Bayan Triers'in oğlu Lars'ın sinema sanatına yaptığı bu katkıyı keyifle izleyebilirsiniz. Kendini bir seks bağımlısı olarak tanımlamayıp nemfomanyak tanımına şiddetle bağlanan Co'nun; çocukluğundan 40lı yaşlarının sonuna kadar olan yaşamöyküsüne tanık oluyoruz. 

   Katarsisin yaşandığı sahnenin sonuna dek iflah olmaz bir nemfomanyak olduğunu (biraz da öğünerek) belirten Co'nun yaşamını; hayatı boyunca cinselliği tatmamış bir entellektüel olan Seligman (Süleyman'la bir korelasyonu var mıdır bilemedim. Bildiğim : Süleyman'ın ibranice "huzur, sükûn" olduğu ama Seligman "mutlu adam" demekmiş. Bilmiyorum...) çok rafine bir şekilde ele alarak yorumluyor. (gerçi sonda pek rafine olduğu söylenemez !..) 
   Triers; Dogma 95 kurallarının kimine sadık kalarak çekmiş filmini. Yine insanın ruhunu usunu rahatsız ediyor (cinselliği bu kez Antichrist'te olduğu kadar rahatsız etmemiş ama). Bu meyanda altta sıralanan kavramlar hakkında (dış ses vasıtasıyla) bilgileniyor, arada lugat ansiklopedi karıştırmak ihtiyacı hasıl oluyor. Sık sık önyargılarımızı değerlendiriyor (özellikle pedofiller hakkında), arada ise hiç ilgiyi düşürmeden filmimizi sonuna dek izliyoruz. 
   LVT filmlerinin demirbaşları (Şarlotceynsburg, Vilemdefo (bu kez buruşuk kıçını görmüyoruz) arada kısacık bir garson olarak zuhur eden Udo Kier dahil) filmimizde boy göstermekte, Şiyalebuf (ki iyi rol kesmiştir), Umaturman (botoksu abartmış mı ne ?), Krisçınsleytır (bu kez gergin kıçını görmekteyiz) gibi holivut aktörleri ise biraz eğreti durmakla beraber yevmiyeyi haketmişlerdir.
   Sekanslar, sahneler, müzikler (ki başlangıçta duyduğumuz Remştayn kulakları ürpertmektedir (iyi de olmaktadır)), diyaloglar yönetmenin damgasını taşımaktadır. 
   Beş saatlik film, çok uzun olduğundan ikiye bölünerek sinefile sunulmuş. Önerim : eğer izlemeye hallendiyseniz, ikisini ardarda izlemenizdir. Daha fazla yoğunlaşabilirsiniz.
   Velhasıl; izlemesi, yorumlaması biraz yoracak filmdir. Sinemaya sanat olarak ilgi duyuyorsanız, cinsellik sizin için tabu değilse keyifli seyirler dilerim...

botanik
bach
balıkçılık
dağcılık
fibonacci sayıları
polifoni
Babil'in orospusu
Edgırelınpoo
Aynfleming
bilinçaltı
ödip elektra kompleksleri
libidonun dibi
ortodoks ikonaları
Walther PPK
 
Afişte ne görüyorsunuz ?
Çok sonraki not : Dücane Cündioğlu filmin öyle bir didiklemesini yapmış ki, yukarıdaki satırları yazdığım için utandım. İşte de bağlantısı efendim :
http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2014/04/nymphomaniac-bir-sinema-delisinin-oykusu.html

28 Mart 2014 Cuma

"Halkın Bilim Tarihi" Halk, Tarih ve Bilimle ilgilenenler için, bir taşla üç kuş...


 
   Bilim dediğinizde aklınıza ne geliyorsa, işte tüm o aklınıza gelenleri bir temele oturtabileceğiniz kitaptır.
   Sizleri bilemem, bilim dendiğinde benim aklıma in vitro çalışmalar geliyur idi. (laboratuvar işleri). Ve dahi, şu yazdığım satırların, beni ısıtan mekanizmaların, akşam yediğim yemeğin, üstüme geçirdiğim kıyafetlerin; velhasıl bu kadar rahat yaşamamın müsebbibi olarak bilimi varsaydığım da bir gerçektir. Bilimsel devrimin üzerinden yüz yıl kadar bile geçmeden sadece seçkin bir zümreye bırakılan ve eski popülaritesini yavaştan yitiren bilim, nasıl oldu ? 
   Bugünkü haline hangi aşamalardan geçerek geldi ? 
   Hep seçkinci miydi ?
   TÜBİTAK yayınları işte bu aşamada devreye giriyor ve meraklı insan kişisinin zihnindeki sorulara, 2012 yılında ilk baskısını yaptığı bu kitapla cevap veriyor. 
   Kitabımızın asıl eğildiği konu; bize hep parlak bir iki şahsiyetle özdeşleştirilen bilimsel ilerlemelerin ardında yatan adı bilinmeyen kişiler, eğitimsiz bireyler, zanaâtın birikimi, sanatçının birikimi ve adsız kahramanlar. 
   Misal : farmakolojide "Aspirin" mucize bir ilaçtır. Mucidi de gereken pohpohlamaları almıştır. Lakin söğüt ağacı kabuğu yüzyıllardır, "Aspirin" olarak paketlenmeden önce de aynı amaçlarla kullanılıyordu. 
   Misal : çiçek aşısı insanları kırılmaktan kurtardı ancak icadından yüzyıllarca önce dünyanın değişik yerlerinde (misal Anadolu'da) çiçek aşısına benzer uygulamalarla hastalıktan korunuluyordu. 
   Bu kadar misal yeter.
   Tarihse : kitabımız "tarih öncesinden" başlıyor.
   Bilimse : en temel referansların kökenleri inceleniyor.
   Halk ise : tarih ve bilim gibi iki referansa dayanarak didik didik inceleniyor.
   Bu konulara yönelik merakınız varsa, bilimin bu güne kadar ele alınmamış bir açıyla yorumlandığı bu esere yakın durunuz.
    Sosyoloji, antropoji ve tarihe yakınsanız daha da yakın durunuz.
NOT :
   Çiçek aşısı icat edilmeden yüzyıllarca yıl önce Anadolu'da çiçek aşısı yapıldığını, Akademi'yi kuran Eflatun'un, Lise'yi kuran Aristo'nun bilime ettikleri kötülükleri, Günümüzün 200 türü tanıyabilen botanikçilerin yanında 1000 (yazıyla bin)'i aşkın bitkiyi isimlendiren, tanıyan, kullanan aborjinlerin botaniğin temellerini oluşturduğunu, ve buna benzer daha pek çok bilgiyi hazmedebileceğiniz bu eser hakkındaki yegâne eleştirim; sonlara yaklaştıkça (bilim seçkinleştikçe) okumanın zorlaştığıdır. 
   O nedenle 400 ncü sayfadan sonra ikincil bir okuma ile daha kolay bitirilebilir... 
   Diye yazdım oysa asıl bomba son 100 sayfada patlıyormuş. Yukarıdaki satırları sona 120 sayfa falan kala yazmıştım, son yüz sayfada çok çarpıcı açıklamalar var. Anlatmaya kalksam uzun sürer, şu kadarını söyleyeyim 2.Dünya Savaşındaki gazodalarıkrematoryumlarını bilimle ilişkilendirebilir, "yeşil devrim"in iç yüzünü öğrenebilir, soy ıslahı denen şeyin nasıl legalize olduğunu dehşetten tüyleriniz diken diken olurken okuyabilirsiniz. Sadece sonu için bile okunmaya değer.
   Bir de fiyatı 13.-TL. Bunu da alıp okumazsanız, çok yoksulsunuz demektir. Mesaj gönderin, kitabı vereyim öyle okuyun...

Zenginlik Görecelidir...


   İçinde bulunduğumuz zamanın, coğrafyanın, sosyal durumun ve hatta tarihimizin bize dayattığı bir klişe var.
   Ekonomik durumumuz öğrenilmek istendiği zaman cevabımız az çok bellidir. "İdare ediyor"dan başlar, "sürünüyorum"a kadar gider.
   Efendim, ağ güncemizin başlığında yer alan malumatfuruşluğu meraklı kâriye nasıl takdim edeceğiz ? 
   Şöyle ki : Osmanlı döneminde, devlet vergi toplamadan önce bölgeye tebdil-i kıyafet memurlarını gönderir, mâlumat alırmış. Hasat nasıl ? Ticaret ne âlemde ? Satışlar iyi mi ? Durumu bir güzel öğrenir, eğer sonuçlar iyiyse narhı da ona göre belirlermiş. Tabii ki ahali bu durumu sezince, gelir durumunu öğrenmek isteyen herkese "açız, sürünüyoruz, bittik, mahvolduk" cevapları verirmiş. Ki, gelecek vergi yüksek olmasın. 
   Bendeniz tekaüt bir memur olarak, geliri benim sefil bütçemi kat be kat aşan kişilerden bile "bittim, mahvoldum" ağlamalarını duyunca şaşırırdım. Nedenini öğrendim, artık şaşırmıyorum. Durum tamamen tarihsel kökenlere dayanıyor.
   Lafı uzatmayalım. Zengin miyiz, değil miyiz ? Üstelik bunu küresel ölçekte değerlendirmek isterseniz. Aşağıda bağlantısı verilen web sitesinden bunu öğrenmeniz mümkün. Küresel Zengin Listesi olarak çevirebileceğimiz bu faydalı ölçek, Dünyanın neresinde olduğumuzu çok çarpıcı bir şekilde size gösteriyor. 
  Kullanımı pek basit. Bulunduğunuz ülkeyi seçiyorsunuz, yıllık gelirinizi yazıyorsunuz ve sonucu pek ibret alıcı bir şekilde hazmetmeye çalışıyorsunuz.
   Aylık geliri asgari ücret olan birisinin sonuçları dahi, havsalanın üzerindedir.
   Önerim : Girin deneyin, bir iki dakikanızı alır. Sonra yoksulluk edebiyatı yapmaktan vazgeçip halinize şükredeceksiniz. (Ya Kazakistan'da doktor olsaydınız !)

26 Mart 2014 Çarşamba

"Out of the Furnace" Amerikan işi "Yazı Tura"

   İntikam öyküsüdür.
   (intikam satar, ama satmak amacıyla çekilmeyen intikam öyküsüdür)
   Kast şükeladır : krisçınbeyl, kesieflekt, vudiherılsın, zoyiseldana, vilemdefo, forıstvitıkır, semşepırt.
   Yönetmenin önceki işi iyidir. "Crazy Heart"
   İki saate varan (116 dk.) "Fırının Dışı" da amerikan rüyasının bizim pek aşina olmadığımız bir yüzüne sakin bir bakış atmaktadır. Bu arada pek çok alt metin barındırmakta (ekonomik kriz, işçilerin ağır çalışma koşulları, aile ilişkileri, ırak savaşı sendromu, nedamet, hapishanelerin durumu, uyuşturucu trafiği, aşk, boks, intikam) ancak hiç birine hakkıyla odaklanamamaktadır. 
   Oyuncular senaryonun hakkını vermeye çalışmakta velâkin senaryo pek derinlikli olmadığından beyl ve herılsın haricindekiler resmen yancı durumuna düşmektedirler. Kesieflekt için üzüldüm doğrusu (iyi oyuncu çünkü). Beyl bekleneni gerçekleştirmekte, herılsın ise puştluğu adeta yaşamaktadır (natural born killers'dan sonraki en iyi kötü adamı canlandırıyor bence).
   Rasıl ve Lina'nın ayrıldıktan sonra ilk biraraya geldiklerinde yaptıkları tedirgin konuşma çok yürek burucudur.
   Şiddet vardır, abartılmış şiddet yoktur. Ama olan şiddet sabi sübyana göre değildir.
   Aksiyon yoktur (bu beklenti içindeyseniz hiç yaklaşmayın).
   Rahat geçirilecek iki saatiniz ve yapacak daha iyi bir işiniz yoksa, izleyiniz. İzlemezseniz çok şey yitirmiş olmazsınız.



25 Mart 2014 Salı

"God Bless America" Küçük Amerika'yı da Unutmamak Gerekir !...

   Gece gece insanı klavye başına oturtan filmdir.
   "Sıkıcı işinden kovulduğu gün beyninde nurtopu gibi bir tümörü olduğunu öğrenen Frenk, uzun zamandır farkında olduğu toplumsal kokuşmuşluğa karşı bireysel bir mücadeleye girişir. Bu yolda ona bir yeniyetme de eşlik edecektir."
   Konumuz budur.
   Filmimizin küçük bir bütçeyle çevrildiğini, ışığın, kameranın, kastın, kurgunun, görüntülerin, sekansların pek ucuz olduğunu şimdiden yazayım da; görsel olarak beklenti içine girenler hayalkırıklığına uğramasınlar efenim. Ama müzikler (ve özellikle lirikler) süpersoniktir. (eliskuupır gizli sponsor mudur ? bunu çözemedim ama)
   Başrolümüz başarısız ! Rolünü içselleştirememekle kalmayıp, iki beden büyük ceket giymiş gibi rol kesiyor. (gel de ağabeyini arama) Yardımcı aktristimiz biraz olmuş gibi. Başka kimse yok zaten !... Gerçekçilik falan hak getire olduğundan, mantık çerçevesinde izlememek gerektir. Yoksa "vay efendim niye polis yok ?", "aman efendim bunlar niye hala yakalanmadılar ?" gibi gereksiz vehimlere kapılırsınız (hiç gerek yoktur (netçede pelikulamız zihinsel masturbasyondur))
   Derinlemesine bir eleştiride; senaryoya da çok saydırılabilir. Lâkin...
   İşte bu lâkin ağırca bir lâkindir. 
   Daha ilk sahnesinden itibaren vasatüstü aykuuya sahip sinefili pençelerine alıp, sonuna kadar bırakmayan bir sistem eleştirisi vardır. Bu eleştirel bakış, filmin ortalarına kadar idare etmekte (özellikle Frenkin işyerinde yaptığı monolog şükeladır) ortalarında hafif sünmekte, finale doğru yine tansiyonu yükseltmekte ve finalde pik yapmaktadır.
   Şiddet kallavidir. Destrodoyu inceden demeyelim de doğrudan uyarmaktadır (tarantillonun kulakları çınlasındır (evet Jerome beyin soyadını bu şekilde yazmayı tercih ediyorum)). Ancak "şaerrefsiz puştlar" filminde patlayan her namlu beni bu filmdekiler kadar şenlendirmemiştir.
   Misal : aşağıdakilerden etrafınızda görüyor musunuz ?
   Ayfon yerine bilekböri alındığı için yerlere yatarak ağlayan çocuk.
   Babası jip yerine otomobil aldığı için süperatarlanan yeniyetme.
   Sinemada cep telefonuyla bik bik bik oynayanlar.
   Yetenek yarışmaları.
   ROK 
   Otomobilini taaa sizinkinin dibine yanaştırıp park eden aşırı milliyetçiler.
   Ağlamaktan yırtınan bebeğini susturmak için çaba sarf etmek yerine "ağlama çucuuum !" diyen anababalar (bebek nasıl anlayacaksa ?)
   İki araçlık yere park edenler.
   Yaşadığı her anı kaydedip "paylaşmak" zorunda hissedenler. 
   Irkçılar, faşistler, homofobikler, güçten zehirlenmişler, cehaletten beslenenler, vesaire vesaire...
   İşte bu filmde hepsine mermi harcanıyor.
   Sırf bunun için bile görmeye değerdir.
   Ben arşive kattım, sevdiceğim sonuna kadar izledi. Diyeceğim budur... 


Şu sahneyi de her sinemada filmden önce gösterseler yeridir...

19 Mart 2014 Çarşamba

"Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi" Yâhut Kitap Kurdunun Def-i Hâcet Esnasındaki Okuma Sorunsalı...

   Ben kitabın kapağına vuruldum.
   İntihâl (aşırma) olduğu bâriz. Lâkin fakire o kadar uyuyor ki !.. 
   Bakınız bir şelaleden aşağı tam gaz inen bir kayık. Dümendeki gaza gelmiş bağırıyor (bana birini hatırlattı ama hicâbımdan açık edemiyorum (uzunboyluseyrekbıyıklısinirlişahsiyet)), korkudan ağlayanı var, onu teselli edeni var, akordiyon çalanı (jöleli) var bir de pruvadaki okuyan adam vardır ki : idolümdür kendileri (işte o ben oluyorum). 
   Hâl-i pür melâlimizi açıklayan kuntastik bir canlandırma. İşte bu ahval ve şerâit içinde bibliyofiller olarak ne yapıyoruz ? Pruvada kitap okuyoruz (arada uçurumdan da düşüyoruz amma olur o kadar !)
   Kapağı bir kenara koyup, başlıktaki sorunsala yaklaşıyoruz.
   Efendim, bibliyofil dediğiniz nefer, zaman bulabildiği her an okur (bulamayanları da zaman yaratır). Otobüste, metroda, vapurda, kayıkta (bkz.kapak). Bunların aşmışları, def-i hacet giderirken de okur. 
   Konak gittiğimiz hanelerde çamaşır makinelerinin, kirli sepetinin, banyo raflarının üzerinde, hela taşının (klozetin Türkçesi) yakınlarında bir matbuat, bir neşriyat gördümmüydü, içim pırpır eder, kendimi evsahibine daha bir yakın hisseder, "Allaam bir deli ben değilmişim" der, sevinirim.
   Şimdi ise geliyoruz bu özel anlarda okunacak matbuatın nasıl olması gerektiğine...
   Efendim bir kere tefekküre gidecek neşriyat okunamaz (zîra süremiz mahduttur, yoğunlaşmaya imkan vermez), korku-gerilim olmaz (yalnızız ve elektrikler kesilebilir), roman olmaz, deneme olur (ama o da az biraz odaklanma gerektirir yâni o da olmaz), bilimsel eser olmaz, araştırma olmaz, fıkra olur (dışarıdan gülme sesleri hoş karşılanmayabilir, yani o da olmaz)... Eee o olmaz, bu olmaz. Ne olur ? İşte burada yazımızın konusu olan 190 sayfalık risalemiz çıkıyor.
   "Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi" hakikaten de ismiyle müsemma bir eser. İçinde günlük hayatta asla işimize yaramayacak, ancak malumatfuruşluğumuzu arttıracak nitelikte (gerçekliği biraz şüpheli olsa da) bir malumatlar silsilesi var.
    Köpeklerin yaşının nasıl hesaplanacağından tutun (ilk yaş 21, sonrakiler +4), kadın ve erkek düğmelerinin neden farklı yönlerden iliklendiğine dek kökenini sorgulamadığımız yüzlerce nedenselin (var mı böyle bir kelime ?) kökenine inilip izahati veriliyor. 
   Bilgilerin sahihliği konusunda ise : geçenlerde okuduğum "Kör Saatçi"de geniş olarak incelenen, yarasaların yön bulma yeteneği konusunda verilen bilgilerle çelişmesi; zihinde soru işaretleri uyandırıyor. 
   Kenefte okuma sorunsalına büyük çözüm getiren bu neşriyatın daha sonra silsile halinde devamları da gelmiş. Ben sadece birincisini okudum, onbeş gündür çamaşır makinesinin üzerinde, ikinci tekrara başladım. Okuduklarımı unutmadığım gün gelince devamlarını da edinecek, "İngiltere'de trafik niye soldan ?" diye soran biri olursa gerine gerine doğru cevabı vermenin ukalalığını yaşayacağım, dinleyenler de çatlasın. 
   Yani varsa böyle bir sorununuz (hafif arızalıysanız, bu satırların yazarı gibi) hararetle öneririm.  

İlham mı ? İntihal mi ? Çözemedim.

İktidar Partisinin Son Reklamı

Bu da World War Z (Zombi Savaşı) Filminin Popüler Bir Sahnesi

16 Mart 2014 Pazar

"The Broken Circle Breakdown" Country Müzik, Belçika, Ateizm, Ölüm vesaire...

   Aşk filmi sevmem, Country müzikten zerre haz almam, Belçika ise bence gereksiz bir ülkedir.
   İşte önyargılı olmanın sakıncaları...
   Bir gün bir film izlersin, hayata bakışını değiştirir. İşte öyle bir filmdir...
   Dövmeli muhafazakar Elise, Amerika hayranı country müzik yapan (zahiren konservatif) ancak sıkı bir ateist olan Didier ile tanışır, gönül barıştırır, evlenir, çocuk yapar. Çocuk ölür (hemi de filmin ortasında). Olaylar gelişir. Konumuz bu.
   Filmimiz başlar başlamaz, izleyiciden dikkat gerektirdiğini anlayan sekanslar yakalıyoruz. Yönetmen zor bir işe kalkışmış ve hakkını da vermiş. Kilit noktalardaki detayları, sonraki sahnelerde oyunculara yüklemiş, çok da iyi yapmış. (Misal : Didier ve Elise'nin doktorla yaptıkları görüşme)
   111 Dk. boyunca fleşbek ve fleşforvırdlarla geçen filmimiz, ilk saniyelerin kronolojinin neresinde olduğunu çözmemiz için gerekli ipuçlarını, sinefile tam zamanında veriyor. Kamera oynatılan senaryo ise duygu ajitasyonuna son derece müsait olmasına rağmen böyle bir çaba içerisinde değil. Gerçek hayatı olabildiğince tarafsız veren bir anlatım sergileniyor. Buna rağmen, hazırlıklı değilseniz hazırlıksız yakalanmanız garanti. (diyeceğim : duygusal boşalımlarınızı dışa vuracak bir grup içinde izlemeyiniz, salya sümük halinizi başkaları görmesin !)
   Yukarıda bahsedilen konu içinde, aşk, evlilik, ölüm, inanç, kök hücre tedavisi, bluegrass (merak eden bağlantısını tıklasın), müzikal ahenk, corcbuş'un dangalaklığı, dövme gibi hassasiyetler incelenmekte. Hadi bunları incelemeyeyim de film izleyeyim diyen sinefil ise 111 dakika boyunca "iyi" bir film izlemenin hazzına varmaktadır.
   Nüdizm vardır, seks vardır, müstehcenlik yoktur. Alkol ve sigara vardır, özendirme yoktur. Her türden duygu vardır, ajitasyon yoktur. Gerçeğe çok yakın, izleyeni içine alan, ezberleri bozan filmdir. İzleyiniz, izlettiriniz.

12 Mart 2014 Çarşamba

"Salacak Öyküleri" Tekin Aral'dan Naifliğin Öyküleri...

Kitabın logosuz kapak fotoğrafını bulamadığımdan,
bu Salacak Plajı fotografisini yakıştırdım, idare ediniz...
  Piç Yavuz, Camgöz Taci, Tilt Mahmut ve elbette Talat Bey...

   Bu isimler size herhangi bir şey ifade etmiyorsa, bu kitabı okumayın. Eğer biraz tanıdık geliyorsa da kaçırmayın efendim. 
   Belki bilmeyebilirsiniz, zamanında memlekette bir Gırgır efsanesi vardı. Cuma oldu mu, zaten azıcık olan harçlıklar toplanır, bozuk para biriktirilen yerler araştırılır, bulunur buluşturulur müvezziden Gırgır alınırdı (ah o zamanlar bir başkaydı mîrim !). İşte bu resimli risalede, günümüzün mizah dünyasını şekillendiren bir huysuz ihtiyar (ki nurlar içinde yatsındır) ve kardeşi Tekin Aral, dönemin ruhunu yakalayan bir takım muzır davranışlarda bulunurlar ve iktidardakileri kızdırıp, sessiz yığınların içinin yağlarını eritirlerdi. Ooz Bey çizgileriyle, Tekin Bey ise yazdıklarıyla milyonların (evet abartmıyorum Gırgır bir ara milyon satışa dayanmıştı) yüzünü güldürürdü. Oooz Bey zülfüyare dokunurdu da, Tekin Bey genelde salacak hikayeleriyle geçiştirirdi gündemi. (kimbilir belki de bu yüzden gölgede kaldı) İşte bu hikayelerde (adı üstünde) Salacak Plajında geçen ve Ertem Eğilmez filmlerini andıran çeşitli olaylar konu edilirdi.
   Başroller Piç Yavuz, Camgöz Taci ve Tilt Mahmut adlı üç fırlama tarafından kapılmıştı, mahallenin diğer figürleri de figürasyondaydı. Öykülerin hiç bir edebi değeri yoktu. Akıcı bir dille yazılmış ve kolayca okunabilecek formdaydı. Her hafta okunur ve sonra unutulurdu. 
   Grinet Yayınları, güzel bir iş yapıp bu öyküleri bir kitapta toplayıp, yayımlamış. Daha önce yazdığım gibi, kitaptaki kırk öyküde herhangi bir edebi değer bulunmamaktadır. Tasvirden, kurgudan haz alan bibliyofilseniz zevk vermez. Amma...
   İşte bu "amma", ciddi bir "amma"dır. 
   Hızlı okunursa bir günde bitiverecek (aynen benim yaptığım gibi) olan bu kitapta edebiyattan daha başka bir şey vardır. Hani sinematik açıdan fazla makbul bulunmayan ama her nasılsa bir şekilde içimizdeki özel bir noktaya dokunan Ertem Eğilmez filmleri gibidir. Bu öykülerde, henüz masumiyetini yitirmemiş bir İstanbul'u, vahşikapitalistleşmemiş ekonomik sistemi (var böyle bir ekonomik sistem), çakallaşmamış insanları, betonlaşmamış mimariyi, ayyaşipsizsapsızsarhoşveçapulcu oldukları halde her nasılsa naifliğini koruyabilen (aynı Turist Ömer !) başrolleri, ruhuna rahmet okuduğumuz mahalle kültürünü, lüfer/torik tutulan bir Boğaziçini, dışarıdan yemek getirmenin serbest olduğu ve Hamiyet Yüceses'i dinleyebileceğiniz sahil gazinolarını, Hulusi Kentmen kılıklı polisleri, Cevat Kurtuluş endamındaki esnafı; hülâsa orta yaşı devirmiş bir kuşağın kayıp günlerini bulabiliriz. 
   Bir önceki cümlede bahsi geçen kavramlardan birine dahî aşinaysanız, bulunuz okuyunuz. Eğer değilseniz, okumasanız da olur...
HAMİŞ : Küçük bir eleştiri yapmasam olmaz. Hikaye aralarındaki kolajlar ve üzerlerinde yazan sloganları pek anlayamadım. Açıklasalarmış, iyiymiş...

10 Mart 2014 Pazartesi

"American Hustle" Müzik, kostüm ve oyuncuların hatırına...

   İlk kez Oskar ödülleriyle aynı fikirde olduğum filmdir.
   Örvingrozenfeld, mutad üçkağıtlarını açarken yakalanır. Yakayı sıyırmak için davranış bozuklukları olan bir FBI ajanıyla beraber muhbirlik aksiyonlarına girer. Bakalım dişli köpekbalıklarının arasından sıyrılabilecek midir ?
   Konumuz budur.
   İki buçuk saate sündürülen filmimiz, kimi zaman tempoyu düşürüyor, kimi zaman izleyiciden yorum bekliyor, kimi zaman sadece ilerliyor. Sabredilirse bir süre sonra da bitiyor zaten. Sanat yönetmeni beyi tebrik ederim, dönemi pek iyi yansıtmış, kostümler, müzikler, dekorlar Muhteşem Yüzyıl'ı aratmıyor. (son tespit son derece gayri ciddidir.)
Bigudili Bredliy
   On oskara aday olmasını aklım almamıştı. Bence vasatüstü (o da oyuncuların ve sanat yönetmeni beyin hatırına) bir dönem filmiydi. Neyse; kıt sinema bilgimizle ukalalık yapmayalım, vardır bir bildikleri. Krisçiyınbeyl rol uğruna ortaboy bir foka dönmüş ama senaryoda yazılan tipleme fazla bir yetenek gerektirmediğinden heba olmuş gitmiş. Son dönemin cilalanan yıldızı Cenifırlovrıns (biraz rol yapmayı öğreniyor mu ne ?), arıza eş rolünde yüzüne mimik yaptırdığı zamanlarda idare ederdir (mimiksiz yüzü çok donuk). Bredlikuupır da üstüne düşeni yapıyor (süpervayzırıyla yaptığı diyaloglar gülümsetmekte). Oyuncular ellerinden geleni yapıyorlar, görsellik şahane, müzikler şükela. Ama film olmamış. 
   Yalnızca; aşağıda (çeşitli cambazlıklar yaparak filmden almış olduğum) gösterilen kareleri görmek ve müzikleri dinlemek için bile, boş bir akşamüstünü değerlendirmek için izlenebilir, izlemezseniz de fazla bir şey kaybetmiş olmazsınız.... 
Sırf bu iki sahne için sarıp tekrar izleyebilirim.

8 Mart 2014 Cumartesi

"Felidae" Akif Pirinçci'den Kedi Gözüyle Polisiye

   Frensis, Gustav'la birlikte yeni bir eve taşınır. Mahalledeki cinayetleri çözmeye hallenir. Frensis bir kedidir.
   Konumuz bu, janrımız polisiye, yazarımız Bay Pirinçci on yaşından beri Almanya'da yaşayan ve eserlerinde çaktırmadan felsefeye göz süzen bir zattır.
   Kitabı ilk duyduğumda ve incelediğimde bulmak pek müşküldü. Sahaflarda bulamamış, Nadir Kitap'ta bulamamış, internet sitelerinde bulamamış ve ümidimi kesmiştim. Şimdilerde bulunabiliyor (işte de bağlantısı) Geçenlerde Adil Han'da bir sahafta tesadüfen buldum. Kitapçılarda bulunmayan bir baskısını hem de, (Real Yayınları (hiç duymamıştım)) hemmen okumaya daldım.
   Efendim ilk başlarda gürül gürül gelen sayfalar, bazen yazarın herşeyden bahsedeyim, arada felsefi göndermeler yapayım, akıcı bir dilde bazen gülümseterek yazayım diye çabalamasından olsa gerek sonraları yavaşladı. Kedilerin gözünden o denli uzun süre bakmak yorucuydu zaar. 
   Polisiye olarak ve tabiy ki kediler arasında gelişen olaylara uzaktan baktığımızda evrim, ırkçılık konularına bariz göndermeler olduğunu görüyor, kedilerin kendilerine özgü dünyalarını tanıyor ve elbette katili tahmine çalışıyoruz.
   Kitabın sonunda; meraklı (fazlası onları öldürse de) dostlarımıza ilişkin pek ilginç özellikleri de bir dipnotlar silsilesi halinde okuyoruzdur. 
   Velhasıl : polisiye merakınız varsa, kedi okşayınca çıkan gurultudan zevk alanlardansanız, "şu Alman milleti nasıl polisiye severmiş" diye düşünüyorsanız (kitap sadece Almanya'da iki milyondan fazla satmış) hararetle öneririm.
HAMİŞ : Yazılanlara inanıyorum ama dini kitaplara inandığım kadar... Kedilerin zekası hakkındaki görüşlerim Richard Dawkins'in "Gen Bencildir" ve Dr.Vertosick'in "Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün"deki  (bağlantıyı tıklarsanız son paragrafı bir okuyun) bilimsel gerçeklerle yerle yeksan olup tekrar inşa edilmiştir.