12 Mart 2014 Çarşamba

"Salacak Öyküleri" Tekin Aral'dan Naifliğin Öyküleri...

Kitabın logosuz kapak fotoğrafını bulamadığımdan,
bu Salacak Plajı fotografisini yakıştırdım, idare ediniz...
  Piç Yavuz, Camgöz Taci, Tilt Mahmut ve elbette Talat Bey...

   Bu isimler size herhangi bir şey ifade etmiyorsa, bu kitabı okumayın. Eğer biraz tanıdık geliyorsa da kaçırmayın efendim. 
   Belki bilmeyebilirsiniz, zamanında memlekette bir Gırgır efsanesi vardı. Cuma oldu mu, zaten azıcık olan harçlıklar toplanır, bozuk para biriktirilen yerler araştırılır, bulunur buluşturulur müvezziden Gırgır alınırdı (ah o zamanlar bir başkaydı mîrim !). İşte bu resimli risalede, günümüzün mizah dünyasını şekillendiren bir huysuz ihtiyar (ki nurlar içinde yatsındır) ve kardeşi Tekin Aral, dönemin ruhunu yakalayan bir takım muzır davranışlarda bulunurlar ve iktidardakileri kızdırıp, sessiz yığınların içinin yağlarını eritirlerdi. Ooz Bey çizgileriyle, Tekin Bey ise yazdıklarıyla milyonların (evet abartmıyorum Gırgır bir ara milyon satışa dayanmıştı) yüzünü güldürürdü. Oooz Bey zülfüyare dokunurdu da, Tekin Bey genelde salacak hikayeleriyle geçiştirirdi gündemi. (kimbilir belki de bu yüzden gölgede kaldı) İşte bu hikayelerde (adı üstünde) Salacak Plajında geçen ve Ertem Eğilmez filmlerini andıran çeşitli olaylar konu edilirdi.
   Başroller Piç Yavuz, Camgöz Taci ve Tilt Mahmut adlı üç fırlama tarafından kapılmıştı, mahallenin diğer figürleri de figürasyondaydı. Öykülerin hiç bir edebi değeri yoktu. Akıcı bir dille yazılmış ve kolayca okunabilecek formdaydı. Her hafta okunur ve sonra unutulurdu. 
   Grinet Yayınları, güzel bir iş yapıp bu öyküleri bir kitapta toplayıp, yayımlamış. Daha önce yazdığım gibi, kitaptaki kırk öyküde herhangi bir edebi değer bulunmamaktadır. Tasvirden, kurgudan haz alan bibliyofilseniz zevk vermez. Amma...
   İşte bu "amma", ciddi bir "amma"dır. 
   Hızlı okunursa bir günde bitiverecek (aynen benim yaptığım gibi) olan bu kitapta edebiyattan daha başka bir şey vardır. Hani sinematik açıdan fazla makbul bulunmayan ama her nasılsa bir şekilde içimizdeki özel bir noktaya dokunan Ertem Eğilmez filmleri gibidir. Bu öykülerde, henüz masumiyetini yitirmemiş bir İstanbul'u, vahşikapitalistleşmemiş ekonomik sistemi (var böyle bir ekonomik sistem), çakallaşmamış insanları, betonlaşmamış mimariyi, ayyaşipsizsapsızsarhoşveçapulcu oldukları halde her nasılsa naifliğini koruyabilen (aynı Turist Ömer !) başrolleri, ruhuna rahmet okuduğumuz mahalle kültürünü, lüfer/torik tutulan bir Boğaziçini, dışarıdan yemek getirmenin serbest olduğu ve Hamiyet Yüceses'i dinleyebileceğiniz sahil gazinolarını, Hulusi Kentmen kılıklı polisleri, Cevat Kurtuluş endamındaki esnafı; hülâsa orta yaşı devirmiş bir kuşağın kayıp günlerini bulabiliriz. 
   Bir önceki cümlede bahsi geçen kavramlardan birine dahî aşinaysanız, bulunuz okuyunuz. Eğer değilseniz, okumasanız da olur...
HAMİŞ : Küçük bir eleştiri yapmasam olmaz. Hikaye aralarındaki kolajlar ve üzerlerinde yazan sloganları pek anlayamadım. Açıklasalarmış, iyiymiş...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder