31 Ağustos 2013 Cumartesi

"The Great Gatsby" Kapriyo'nun Hatırına...

   Dört senedir film çekmeyen (kısalar hariç) Bazluhrman oturmuş, daha önce dört kere çekilen (üstelik 74 çevriminde Rabırtredford ve Vudi Bey'in fetiş oyuncusu ve bir zamanlar zevci Miyaferov oynamaktadır) Muhteşem Getsbi'yi yeniden çekmiş. 
   Siyahbeyazını küçükken izledik, romanını yeniyetmeyken okuduk. İyi de kadro var. Ne yapalım mecbur izleyecektik. Öyle de yaptık. 
   Bu arada filmimizle ilgili olmayan ama üç boyutlu filmlerle ilgili olan (hay allah bu da filmle ilgili oldu ya naapalım artık) hiç hoşuma gitmeyen bir detaya girmek istiyorum. Nedir Allahaşkına bu üç boyut efekti verelim diye araya alakasız sokuşturulan sahneler ? Nedir ? Niye getsbi o tüm gardrobu üstüme üstüme fırlatıyor ? Bunlar filmi zedeliyor bence.. Yapmayın böyle !.. Neyse bu kadar çemkirme yeter, filmimize dönelim.
    Fitzcerıld'ın kitabı zaten şükela senaryo olur cinsten. Amerikan rüyası ve insan ilişkilerine güzel neşter atıyor. Leonardo olsun, Keri olsun, Tobi olsun (hadi) Joyıl de olsun vasatüstü oyuncular. Bay Baz Avustralya da da, Kırmızı Değirmen de de gösterişli sahneleri, parlak renkleri sevdiğini belli etti. 
   Filmimiz ohannesburger dedirten uzunluğunda (tam 143 dakika), beklentilerimizi fazlasıyla karşılıyor. Romanı okumayan sinefile roman hakkında iyi kötü bir fikir verebilir. Sahneler, dekorlar, kostümler, ışıklar, renkler gayet özenli. Oyunculuklar yeterli. Sadece Leyonardo yeterli olandan fazlasını sunuyor. Bir süre kendisine hayran bırakıyor, sonra antipati yaratıyor, sonra acındırıyor. Daha ne yapsın ?  İyi oyuncu, iyi. 
   Yalnız; şu afişte de görünen ve yönetmenin "kör kör gözüm parmağına" gözümüze soktuğu gözlüklü gözler'in metamorfik anlamını çıkaramadım (bu da ne "gözlü" cümle oldu haa). Doların üstündeki göz müdür ? Nedir ?  Bilemedim...
   Hikaye bazen görselliğin ardında kalsa da netçede sağlam senaryodur, görsellik bittikten sonra adamı düşündürür. Kasmayan efektli, sağlam senaryolu, iyi oyunculuklu (varmıydı böyle bişiy ?), kulak tırmalamayan müzikli, bombadillo sahnelerle, fülfürüşlü kostümlerle (yalnız pembe takım elbise beni benden aldı), "golden age"li atmosferle dolu bir film görmek isteyenler izleseler iyi olur.
   Bu da ekşiden yürüttüğüm alternatif anlatım (benim hoşuma gitti).
"fakir ve gururlu getsbi, beş yıl içinde türlü ali cengiz oyunlarıyla parayı bulur. bu arada beş yıl önce kendi aralarında söz yüzüğü gibi bir şey taktıkları deysi, getsbi'nin zenginleşmesini beklemez zengince bir adamla dünya evine girer lakin mutlu olamaz çünkü kocası alemcinin önde gidenidir, uçana kaçana atlamaktadır. neyse ki getsbi kızın oturduğu evin karşına düşen bir evi alır (misal kız karşıyaka'da oturuyo getsbi tam karşısında konak'ta oturuyor) ve uzaktan uzağa kızı kesmeye başlar. bu arada inceden sonrada görme olan getsbi havam olsun, namım yürüsün babından her gün vur patlasın çal oynasın partiler verir ve bir şekilde kızın kuzeni nik'e ulaşıp, azizim ayaklarıyla kızla aralarını yapması için dostluğunu kazanır. hatta bu amaçla nik'i 1-2 tur arabasına bindirir, uçağında gezdirir, yedirir içirir. nik farkında olmadan gavat yerine konsa da getsbi'yi sever sayar. sonra da çok değişik bazı şeyler olur, getsbi deysi'ye kaysa da dadından datsa da tam olarak muradına eremez ve ebediyete intikal eder. deysi de hava değişimi için ailecek başka bir yere göçer. bu mevzuları dillendiren nik ise alemin derdi beni gerdi, hesabı içer içer amatem'e yatar. "

30 Ağustos 2013 Cuma

"Byzantium" Neil Jordan'ın Başarısız Vampir Denemesi...

   Yönetmen Neyılcordın'ın 1994'te çektiği "Vampirle Görüşme"sinden sonra vampir temasına farklı bir yaklaşımını gözlemliyoruz sevgili sinefiller. Neredeyse iki saatlik (118 dk.) filmimizde vampirlerimiz günışığında sereserpe yürümekte, kan emecekleri zaman ise uzayan dişlerini değil başparmak tırnaklarını ! kullanmaktadırlar.
   Elenor ve Klara, yüzyıllardır hiç yaşlanmayan analıkızlı (Malatyalı olanlardan değil ama) vampirler olarak, peşlerindeki "vampir kardeşliğinden" kah kafa kopararak, kah desiseler kurarak kaçmaktadırlar. Son duraklarında Elenor bir eksılros kılıklı bir ergene aşık olarak, okul ödevine hayatlarının sırrını ifşa eder. Olaylar gelişir.
   Nereden baksanız elinizde kalacak mantık ve hayalgücü dışı bir senaryoyu Gemmaertırtın ve Seoarsironen ellerinden geldiğince yüklenmeye çalışıyorlar ancak hemşire gemmanın dağdağalı fiziği ve ronen (bu kızcağızın adını telaffuz edemiyorum bir türlü) kızımızın ağlak yüzü de bir yere kadar izletiyor pelikulamızı. Arada yapılan fleşbeklerle bir türlü oturtulamayan senaryo, gereksiz kan kullanımı ile dahi ilgiyi yüksek tutmayı başaramıyor. Kendi adıma ilk yarıdan sonra pek bir şey çıkmayacağını bile bile "belki ağ güncemde yazarım" düşüncesiyle sonuna kadar tahammül ettim. Ne yarasa adamın mağarasındaki yarasalar, ne kan akan ırmaklar, ne kopan kafalar, ne gemma hemşirenin kucak dansları filme çekemedi beni. Ha bittikten sonra ne gibi mantık hataları vardı, haydi mantığı geçtim ne gibi havsalaya sığmayan unsurlar vardı diye iyice bir düşündüm. Bir on dakika kadar düşündüm, sonra yoruldum bıraktım. 
   Nedir : vampir filmlerinin iflah olmaz müdavimiyseniz (yani bleydleri falan izleyecek kadar mütevazı ise beğeni (patetik vampirist)) izleyebilirsiniz. Neyılcordın ne yapmış böyle ? düşüncesindeyseniz ilk yarım saati belki izleyebilirsiniz. Çocuğunuz varsa zinhar izlemezsiniz. Vaktiniz kıymetliyse ve bunu ağ güncemde yazmam diyorsanız kesin izlemezsiniz.
   Budur yani....

"Green Street Holigans" Futbol Bilmeye Gerek Yok...

   İngiltere, holiganlar, futbol vs. İşte bu kelimeler biraraya gelince zihninizde beliren bir resim vardır ya. Bu kavramı yerle yeksan eden bir filmdir.
   Zengin ve ayarsız üstelik canki bir pijin dümeniyle (üslup Can Yücel'e dönmeden toparlayalım hemmen) Harvırd'dan atılan ümitvâr Met, memleketine ricat edip ablasının yanına gider. Enişte beyin pek fırlama bir kardeşi, Met'e istemeden çengel atar. Olaylar gelişir.
   Bir yılı aşkın bir zamandır bir sosyal sitedeki "Film Seyredip Paylaşalım" sitesine üyeyim. Sağolsunlar kenarda köşede kalmış ve gereken ilgiyi görmemiş bir çok "saklı hazineye" onlar sayesinde ulaşıyorum. Bu da üyelerin önerilerinden biriydi. Malum ortamlardan edindim. Ancak görüntü pek iddialı değil, format da 51 ekranlarda seyredilen şekildi. Haliyle izlemeye üşendim. Kısmet Ağustosaymış. İlk 20 dakika normal holivut tarzında seyretse de, ilerleyen dakikalarda yerimden doğrulmama, son 20 dakikada ise sintine tahliyesine mani olmuştur. Nedir : "altın yere düşmekle, değerini yitirmezmiş".
   Üç numara traşlı, cocney aksanıyla konuşan, genellikle maviyakalı britişlerden mürekkep holigan lakabıyla mülakkap güruhun aslında ne menem bir sosyal paylaşım birlikteliği olduğunu görüyoruz.
   Aidiyet duygusunun kimi zaman "Güdül Köyleri Yardımlaşma Derneği" şeklinde zuhur ettiğini, kimi zaman da bir takımı tutmakla peydahlandığını, ancak bunun britiş varoşlarında ne denli önemli olduğunu temaşa ediyoruz.
   Kimi zaman yaşanılan aidiyet duygusunun bireylerdeki karakterleri nasıl etkilediğini, grup liderlerinin insanların hayatları üzerinde nasıl değişiklikler yapabildiğini ibretliyoruz.
    Hobitten holigan olur mu ?  sorusuna cevap arıyoruz.(oluyormuş)
   Çarli Hannem'in Ceymzdiinvari (var mı böyle bir sıfat ?) oyunculuğuna el şakşaklıyoruz.
   Ağlakfrodo'nun holiganlaşınca gözlerinden ateşler çıkarmasını görüyoruz (kızınca pek güzel oluyorsun eliyahçığım)...
   Velhasıl, futbola ilgi duymasak da (misal : fakir), iyi filme ilgi duyuyorsak filmimize yakın duruyoruz.
Pij : Beyzade (Swahili lehçesinde)
Sintine tahliyesi : çişe çıkmak (gemici lehçesinde)

26 Ağustos 2013 Pazartesi

"The Iceman" Shannon Döktürüyor...

   Kuklinski; flört edip evleneceğini düşündüğü kıza hakaret eden bir sığırı, BİM'den dost yoğurt alır gibi kolaylıkla öldürüyor. Ne vicdan azabı, ne kaçan uykular. Hiç bir şey... Kuklinski sosyopat mıdır yoksa aile değerlerini çok mu yüceltmektedir ? Bilmiyoruz. Zira yönetmen bey bunu açıklamak yerine filmin gerçeklere dayandırılması mottosunda dümdüz filmini çekip, sinefile sunmuştur. 
   Riçırtkuklinski gerçekten var (bağlantıyı tıklarsanız "criminal career" kısmı ilginizi çekebilir), 100 (yazıyla yüz)'ü aşkın kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor. Gerçekte 250 (yazıyla ikiyüzelli)'yi aşkın leşi varmış. Mesleğinde hayli üretken birisi. İşlediği cinayetler hakkında söylediği "Bir adam diğerini öldürmek istiyor. Ben ne yapabilirim ki ?" cümlesi, kuklinski'nin vicdanını nasıl rahatlattığını belirtmekte. Allahtan 2006'da öbür dünyaya hesap vermeye gitmiş. Biraz daha rahat uyuyabilirsin arakolpa.
   Filmimize gelince, dönem filmi olarak güzel bir çalışma olmuş. Kostümler, dekorlar, müzikler göze batmamakta, aktarılan çağa yönelik tüm ayrıntılar verilmektedir (ben de bilirim Beyoğlu Rüya sinemasında fosur fosur sigara içildiğini, evet ! hem de film seyredilirken). Vaynonaraydır formu koruyacağım derken yüzü küçülmüş ve kırkiki yaşından fazla gösterir olmuş. Sitiivındorf, ceymzfrenko, rol süreleriyle şaşırtıyor. Reyliyotta artık üzerine ayakkabıya yapışmış sakız gibi yapışan ikincil mafyozo rolünde bekleneni veriyor. 
   Ve sıra başrolümüze geliyor.... Maykılşenın, "Take Shelter"'dan kelli pruvamızda. Arızalı karakterlere hayat vermede daha başarılı geliyor bendenize, misal geçenlerde gördüğüm "Mud"da şahane bir performansı yoktu. Filmimizde kuklinskiyi canlandırırken o dona girmiş hakikaten de. Öfkeyi; jest ve mimiklere yansıtmadan sadece gözlerinde canlandırabilmesi (arabanın içinde kızı oraya yaklaşırken reyliyotta'ya yaptığı şekilde) takdire şayandır. Hülasa bu roller için biçilmiş kaftandır.
   İlk yarı çok şükela şekilde ilerleyen filmimiz, ikinci yarıdan itibaren standart senaryo kalıplarına uymadığından (kırılma sonrası yeni hedef belirlememesi (ki filmimiz polisiye değil biyografidir (bu yüzden de böyle olması mecburidir))) (hah yeni parantez rekoru geldi, iyice) polisiye beklentisiyle filmi izleyen sinefiller ilgi düşmesi yaşayacaklardır. Ancak Maykılşenın takıntılıları (bkz. fotoğrafım) ve bir katilin gerçek hayatını merak edenler sonuna kadar gidecekler ve istediklerini elde edeceklerdir.

   Polisiye seviyorsanız uzak durunuz.
   Biyografi seviyorsanız yakın durunuz.

Not : antisemitik bir insan değilim, yazdığım da eleştiri değil tespittir : filmin kamera arkasını genellikle museviler oluşturuyor.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

"Baba Seni Neden Oraya Koydular" Belgesel Değil Korku Filmi Senaryosu !..

   518 sayfa, alışılmış ebattan büyük ve alışılmış puntolardan küçük yazılmış. Ancak sizi korkutmasın. Yazarımız (fakire göre) gereğinden fazla alıntı yaptığından, alıntılar çıktığında kolayca 200 sayfanın altına düşecek bir kitaptır. Nedim Şener, okunduğunda kolaylıkla takip edilebilecek, duru bir dil kullanmış. Önümüze açılıp okunmayı bekleyen eserimiz; biyografi değildir, belgesel değildir, roman değildir, anı değildir, olsa olsa korku filmi senaryosudur.
   Şener; Uğur ekolünden bir gazeteci. Kimi zaman Mumcu'su, kimi zaman Dündar'ı oluyor. Karanlık işlerle, onları ortaya çıkartmaktan gayrı bir rabıtası yok. Düz bir adam, eğilip bükülmüyor. Kötü bir koku aldığında sonuna kadar gidiyor. Fincancı katırlarını ürkütmesi Dink cinayeti üzerine yazdıklarıyla başlıyor. Perşembenin gelişi Çarşambadan sezinleniyor ve elbette katırlar tarafından tepilip bir zamanlar yoğurduyla meşhur ilçemizde mecburi ikamete tabi tutuluyor.
   Şener'in bu süreçle ilgili olarak öncesi, o anı ve sonrasıyla aklında kalanlar kitabımızı oluşturuyor. Lakin birinci paragrafta belirttiğim üzre alıntılar pek fazla. Şener bu konuda meraklı ve paranoyak okuru fazla yormamak pahasına, elinde bulunan her yazılı dokümanı (ki buna mizah dergileri ve karikatürler dahildir) kitabına iliştirmiş. Hacim büyümüş haliyle. Buna yönelik tek eleştirim : kullanılan hukuki alıntılarda maksada hasıl ifadelerin kalın yazılarak benim gibi vasati kârinin yakın gözlüklerle seçmeye çalıştığı metinlerin sadece ilgili kısmının okunması sağlanabilirdi (nebçim cümle bu arakolpa ?). 
   Yazılanların özeti olabilemiyor. Nedense ilk satırlardan itibaren Kafka'nın Gregor Samsa'sı geldi aklıma. Burada kahramanımız bir böceğe değil bir teröriste dönüşüyor. İlerleyen sayfalarda yine Kafka'nın kulaklarını "Dava"sı için çınlattık. Müteveffa yaşasaydı hemmen güzel ve yalnız ülkemize hicretle yeni romanlar yazmaya konu arar, zannediyorum ki bir küfe dolusu da bulurdu. 
   Böyle ağ güncelerinde ahkam kesmek kolay. Kitabın tanıtımını yapmak da... Lakin hem arakolpa, hem de bunu okuyan kâriler bir deney yapsınlar isterim. Hiç evden çıkmadan ne kadar durabiliyorsunuz bir deneyin bakalım. (sık bakalım, sık bakalım .....) Sevdikleriniz yanınızda olmasına rağmen, tüm konforunuz yerinde olmasına rağmen zor gelecektir. Bir de bunun çok daha ağır koşullarda, nemli beton duvarlar arasında, 24 metrekarelik gökyüzüne mahkum, sevdiklerinizden uzakta olmasını düşleyin, digerkâmlık yapın. Şener'in dramını daha iyi anlayacaksınız. 
   Etrafınızda neler olup bitiyor, nereye gidiyoruz, ne olacak gibi sorular dağarcığınıza düşüyorsa, Kafka seviyorsanız, karanlıkların olmamasını istiyorsanız okuyunuz, okutturunuz. (Galiba dienarlarda sepetlerde, kampanyaya düşmüş, makul fiyatlardan)
   Bir de kitabın son cümlesi çok açıklayıcıdır. Diyor ki Şener : "Mazlumun zulmü, zalimin zulmünden betermiş." Ben de diyorum ki : "Çingeneye beylik vermişler, tutmuş babasını kesmiş."

23 Ağustos 2013 Cuma

"Holy Motors" Metafordan İbaret Pelikula...

   Bendeniz ki "Endülüs Köpeğini" izlemiş ve ondan anlamlar çıkarmış bir insankişisiyim. Bendeniz ki bazen hafakanlar bassa dahi Tarkovski'nin "Ayna"sını ezber etmişim. Bir yıla yakın zamandır elimde "Senaryo Nasıl Yazılır ?" diye bir kitap sürükleniyor, altını çiziyorum, üstünü çiziyorum, postitler yapıştırıyorum. Metafor bulmada kendimi iyi zannederdim. 
   Ben böyle film görmedim arkadaş !...
   Konusunu yazacak kadar ebleh değilim. Ama şöyle denebilir : deneyimimiz bir aktör (Bkz.Denis Lavant) etrafında cereyan etmektedir. O cereyanlar da sinefili, basurlu ihtiyarlara çevirmektedir (bir o yana, bir bu yana dönerek oturma sendromu). Aktörümüz 11 (yazıyla onbir) farklı dona bürünmekte, bunların hiçbirinin kuyruğu öbürüne değmemektedir. İlk yarım saatten sonra bir anlam ve konu çıkarmaya çalışmaktan vazgeçtim. Kendimi rüyaya bıraktım, hiç sıkılmadan iki saate yakın zaman geçirdim (115 dk.). 
   Evamendez var, Kayliminok var (şarkı da söylüyor), Mişelpikoli var. Ama bunlar beş dakika falan görünüp kayboluyorlar (yönetmen bey evamendezi konuşturmak zahmetine dahi katlanmamış). Denizlavan kuntastik bir oyuncu, Leyokara fantastik bir yönetmenmiş. 
   Cosmopolis'e gönderme var (beyaz limuzin), "eXistenZ"e gönderme var (anlaşılan Kronenbergi seviyoruz), fundamentalizm de var, teknoloji bağımlılığı da (mezartaşlarındaki "visit my website" yazılarına bittim), holivut daşlaması da var (adamımızın adı oskar), sosyoloji haşlaması da (en son evdeki maymunlar), sibernetik halvet de var, bregoviç filmlerine yakışacak bir akordeonlu sahne de (bilen bilir akordeonun ses ayarı yoktur, bastınız mı titretir, hele tavan yüksekse ekoyu dinlemek gerektir. aşağıdaki işbu sahnenin bu ön bilgi ile izlenmesi daha iyi olacaktır)...
   Velhasıl; metafor bulmaktan helak olunca ipin ucunu bıraktığım, ipin ucunu bıraktığımda da daha fazla keyif aldığım bir deneyimdir. (film demeye kalemim varmıyor). Sadece arızalı sinefillere öneririm.
    
dikkat malumatfuruşluk : alex+oscar = leos carax

14 Ağustos 2013 Çarşamba

"Türkan" Ayşe Kulin'in yorumuyla...

 
   Hoca hakkında yazılmış çok şey var. Üstüne bir de kendi yazdıkları var (ki adıyla arattığınızda sadece idefiksde karşınıza onaltı sonuç çıkıyor). Demek ki nedir. Daha iyisini bulabileceğiniz bir kaynak varsa oraya yönelmelisiniz.
   Sadece yazarın üslubunu meraktan yöneldim kitabımıza, daha önce okuduklarım ışığında bir de bu açıdan bakmak istedim. 
   379 Sayfa çabucak bitiyor. Diğer otobiyografilere ilave olarak yakın arkadaşlarla yapılan mektuplardan alınan pasajlar öne çıkıyor. Kuru bir anlatım yerine romanesk bir yaklaşım tercih edilmiş. Lakin aradaki boşluklar kallavi olunca, bir geçmişe bir bugüne herhangi bir paralel kurgu olmaksızın geçiş yapılınca, üslup benim hiç ısınamadığım kulinesk üslup olunca : keçiboynuzu yemiş gibi oldum.
   İdealist ve sadece öyle kalmayıp aktivist bir insanın hayatını merak edenler elbette okuyup, daha yakından tanıyabilirler hocayı. Ancak düşüncelerine vakıf olmak isteyenlere kendi yazdığı kitapları öneririm.

6 Ağustos 2013 Salı

"Mud" Jeff Nichols'ın son filmi !...

   Ellis ondört yaşında. Annesi ve babası ayrılmak üzere. Ayrılmaları bir şey değil Elisçiğin hayat tarzı da buna bağlı olarak değişecek. (nehir üzerindeki bir yüzer evden bir apartman dairesine). Ellis ana ve babacığına hala "Yes, sir !", "Yes, M'aam" diyor.
   Ellis bir kız arkadaş yapıyor. Ellis bir kanun kaçağına yardım ediyor. Adamın peşinde kötü adamlar var. Adam bir kıza feci tutkun.
   Nasıl, tam aksiyon senaryosu değil mi ? Fena halde yanılıyorsunuz. Yönetmen Cefnikıls bey izleyiciyi ters köşeye yatırıyor. Lakin yattığımız ters köşe hiç de fena değil. 
   Süresi epeyce uzun (130 dk.). İlginizin düşeceği zamanlar olabilir. Yönetmen filmi sıkıştıracağım diye hiç kasmadan yavaş yavaş anlatacaklarını anlatmış. Genellikle iki karakter üzerine yoğunlaşan film (elis ve mad) (burada "Mud" isminin bir metafor olduğu dikkatli sinefilin dikkatinden kaçmayacaktır : Geylın amca ne demişti "çamurdan çoğunlukla süprüntüler çıkar ama bazen çok iyi parçalar da çıkıyor."), yan karakterlerde fazla derinleşmeden ilerliyor. Gül reçeli kıvamlı güneyli aksanların kulaklarımıza şenlikler getirdiği oyunculuklar ise vasatüstüdür. Metyuuvmakkanıgey ve riizvitırspuun bekleneni gerçekleştiriyor, Maykılşenın ise (maalesef (belki de senaryonun izin vermemesinden ötürü)) bekleneni gerçekleştiremiyor. Coodonbeykır eforsuz kötü, Semşepırt eforlu iyidir. Esas başrolümüz ise kanımca Ellis yeniyetmesini canlandıran Tayşeridın'dır. T.ş.klı yeniyetme rolünde resmen holivut starlarından rol çalmaktadır. Kanımca ileride ismini daha sık duyiciiz.
   Çekimler, sahneler, sekanslar, ışıklar, kostümler, müzikler şükeladır. Verilen meşazlar iyidir "sevenlere kıymayın efendiler !".
   Bizi, bir sonraki bilimkurgu filmi ile ilgili meraklar içinde bırakan Bay Cefnikıls'ın, izleyiciyi zora sokmadan, sadelikle anlattığı bu pelikulayı, geniş zamanlarda, sakin kafayla izlemenizi öneririm. 
T.ş.k = "teşekkür ederim şekerim, kalsın"  demektir.
(Uygur lehçesinde)

4 Ağustos 2013 Pazar

"Broken" İyi film...

   İzlemesi emek isteyen bir filmimizdir.
   Pastel renkler kullanılmış, arsadaki kulak tokatlayan müziklerle birlikte göz tırmalayan floresan renkleri hesaba katmaz isek tabiy ki... Kendi adıma bendeniz ilk yirmi dakikada "n'ooluyoruz yav, bu kim, o kim ?" diye sorular püskürtmemek için kendimi zor tuttum. Ama sakin olmak gerektir. Yarım saatten sonra taşlar yerine oturuyor, sonraki kırk dakikada "aa bu taşlar ne de değişikmiş" oluyor, son yarım saatte de "ne olacak bu taşların hali ?" konumuna düşüyoruzdur. 
   Skunk ismiyle müsemma kızımız feci halde britiş bir mahallede yaşamaktadır. Etrafındaki olaylar gelişir. Konumuz budur. 
   Evet, fazla aksiyon, efekt, heyecan yoktur. (son on dakikada feci helecan tuttu yalnız). Pahalı bir film değildir. Abartılı olmayan ancak çok sağlam kast vardır. Timrot, ilk defa gözümde gerçek bir rolde zuhur etmiş, Kilyınmörfi (yılık gözlü İrlandalı arkadaş) rolünü ete kemiğe büründürmüş, Skank rolünde ilk kez izlediğim Eloaslourıns ise beğenilerimi (haklı olarak) hakketmiştir (bu kızcağızı da holivut yakında apartmazsa (kahrolsun apartheid !) ben kasttan hiç anlamıyorum diyebilirim).
   Gerçek hayatta olduğu gibi izleyiciyi fena halde ters köşeye yatıran senaryo kırılmaları, arada "yahu bu sahne, burada mı olmalıydı ?" diye sorular sorduran bir kurgu, abartısız iyi oyunculuklar, sonlara doğru iyice artan bir gerilim, sıkı müzikler, ancak sağlam sinefillerin idrakine sunulan metaforlar (oyuncak skuutırlı zıpır ikizler misal) velhasıl holivuta boğulduğumuz bu günlerde evyapımı, buzlu, taze nane yapraklı bir limonata misali filmdir.
   Mahdut şiddet ve cinsellik içerdiğinden, tüyü bitmemiş sabi büyüklerinin birazcık tereddüt etmeleri gerekebilir. Ben olsam tereddüt etmezdim, zira hayatta olmayacak bir şiddet ve cinsellik yoktur. (Bkz. "Bunlar gerçek hayatta da var yavrucuğum...")
   İlgili sinefiller ıskalamasın derim....

2 Ağustos 2013 Cuma

"Çiçekler Ölürken" Scudder'ın Sonu...

   Daha önce bu güncede Metyuskadır'ın bir takdimi yer almıştı. (meraklısına işte bağlantısı). Yaptığım okumaların büyük bir kısmını karamsar konular oluşturunca (Yazarlar : Nedim Şener, Türkan Saylan) arada kaçış yapmak için Lourınsblok Bey'in mini polisiyeleri birebirdir. Bir günde biter, kafayı pırıl pırıl yapar. 
   Fakir, yazarımızın iki kahramanına yakınlık duyar. Bayan Rhodenbarr'ın oğlu Bernie (havai, espritüel, zeki bir hırsızdır kendileri, asla yaşlanmaz) ve pesimist kayıtsız dedektifimiz Matthew Scudder (AA müdavimi, kazancının %10'unu anında kiliselere bağışlayan dinsiz, katır gibi inatçı bir polis eskisidir). Börni'nin aksine romanlar ilerledikçe yaş alır Skadır. Geçen yılların etkisini satırlarda görebiliriz. Alkolizmin dibine vurduktan gidilen AA (adsız alkolikler) toplantıları, otel odalarında geçen hayatın yerine İleyn'in dairesine taşınma, çevresindeki dostlarının zamana yenik düşerek hayat defterlerini dürmeleri bunu okura hissettirir.
   Kitabımız zannımca bu serinin sonudur. Önceki onbeş kitabın aksine farklı bir üslupla kaleme alınmıştır. Önceki kitaplarda hep protagonist anlatıcı eşliğinde mevzuya sardırırken (amman fazla argoya kaçma arakolpa !) iş bu kitapta iki protagonist vardır. Adamımız Skadır ve Antagonistimiz AB. Belki de bu sayede diğer kitaplarından daha hızlı okunmaktadır. Nedir : Bay Lourıns burada birinci ağızdan olayları aktaran kötü adam yüzünden okurun sinir katsayısını hayli yükseltmektedir. Günlük hayatın her iki bakış açısından nasıl göründüğünü, böylece sakatlanmış bir zihnin hayatı yorumlayışını okuyoruz.
   Sert, karamsar, konuşmalardaki küçük şakalar haricinde pek gülümsetmeyen, aynı zamanda elden de düşürülemeyen bir kitaptır. Daha önce yazdığım gibi sıkıcı geçen günlerden ve iç açmayan okumalardan kaçmak istediğiniz zamanlarda kurtarıcıdır.
   Son olarak belirtmek isterim ki : bu seri bir gün holivut tarafından muhakkak keşfedilecek ve Burusvilis ölmeden Skadır'ı ona oynatacaktır.