18 Temmuz 2012 Çarşamba

"The Raven" Nevermore, Annabel Lee vs.

   Evet Sayın Poe Sherlock Holmes'e esin veren zeka ürünü, döneminin çok ilerisinde bir deha gerektiren karanlık, gotik öyküler, şiirler yazmış, zamanında hakettiği ilgiyi görememiş şükela bir insandır ! (tüm yazdıkları kütüphanemi süslemektedir (- Kafa derin, çadırımın kapısını süsleyecek soluk beniz ! Nıhaahahahaaa !..))
   Lakin; bu başlı başına filmin Şerloklardan daha başarılı olmasına neden olabilecek bir etken değildir. (bu cümle olmadı bak !)
   Yönetmenimiz, Şerlok serilerinde ışık olduğunu farketmiş ve "yav elimde daha iyi malzeme var, neden ben bu işten ekmek yemeyim" diye düşünmüş olabilir kuvvetle muhtemel. Aslında başarılı olabilecek bir materyalden böyle vasat bir film çıkmış.
   Kozaklı Con kardeşimiz elinden geleni yapmış, arızalı, duygusal ve (döneminde) kaybeden Poe'yu ete kemiğe büründürmüş, senaristler birşeyler yapmaya çalışmışlar, gizem, kan, cinayet ve meçhul katili (ki tezahüründen bir sahne sonra katili bulmuştum) ortaya karışık yaparak bir eser yaratmışlar, lakin ortaya şeker yerine tuz katılmış bir aşure çıkmıştır.
   Fakir, Poe'nun filmde geçen tüm hikayelerini daha önceden birkaç kez hatmettiğinden, senaryo ilerledikçe keyif almıştır. Poe sevmeyenlerin ve yazdıklarına aşina olmayanların ise pek umurunda olmamıştır bu durum. İlk sahnelerde "pendulum" infazının taaak diye sansürsüz mansürsüz gösterilmesi ise, kibar izleyicilerin zıplamalarına sebep olmuştur.
   Hülasa : E.A.P. tiryakisiyseniz, öneririm. Değilseniz önermem. Çocuklara her halükarda önermem...
SON NOT : Eğer olur da filmi izlerseniz, sakın jeneriği izlemeyin, çünkü kullanılan kapanış müziği insanı filmden ve hatta sinemadan soğutur iticiliktedir.

Ödüllü Bulmaca...

Ağ güncesini yazmaya başladık, iyi kötü tıklanıyoruz da.
Sayıklamalarımı okuyan onüç müdavime buradan selamlar sarkıtır, kendilerine teşekkür eder, meraklarının karşısında saygıyla eğilirim.



Suç Detayda Saklıdır
 
Ödüllü bulmacamızı da böylece açmış olalım. Gönül isterdi ki fotoğraftaki gibi ödüller verebilelim. Lakin mütevazı bütçem ancak kitaplara iktifa etmekte...

 Aşağıdaki akla zarar soruların doğru cevaplarını erharat@gmail.com adresine gönderenlerin ilkine "Sultan Selahaddin El Kürdi", ikincisine "Suç Detayda Saklıdır" kitaplarını ödemeli kargo ile göndereceğim. (kitaplar korsan falan değildir, kendi kütüphanem için aldığımdan üzerleri imzalı ve tarihlidir kusura bakılmasın)

Sultan Selahattin El Kürdi

1. Tursen'in oğlunun adı nedir ?
2. Zagor'un kankası Çiko'nun tam adı nedir ?
3. 40 yıl kadar önce sokaktan bir adam geçiyor, sırtına bir okçu yayı bağlı, belinde yahut elinde bir lobut var. Adam ne diye bağırıyor ?
4. Adam adama'nın mutfağımızdaki izdüşümü nedir ?
5. Zembla'nın yanında gezen boynunda çalar saat asılı roman kopilinin adı nedir ?
6. Kağıt hangi fahrenhaytta tutuşur ?
7. Tütünlük lezzetli midir ?
8. Harbiye'de çiğköfteyi neye bandırarak yerler.
9. Baylan'ın nesi meşhurdur ?
10. Kıtlıkta kiracıları paketleyen kasabı, hangi ikili yönetmiştir ?

17 Temmuz 2012 Salı

"Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri" Ben Bond, Rıza Bond

   "Dünya edebiyatında polisiye edebiyatın yeri gözardı edilemeyecek bir anaçlıkta... Özellikle gelişmiş toplumlarda yüzbinlerce satan ciltlerin önemli bir bölümü bu dala ait... Az gelişmişlik, "gözlemciliğe", "anı anlatımcılığına" ve "toplumsal gerçekliğe" ayırdığı payı; düşsel yaratıcılığa ve bu arada okuyucuları daha yüreğinden yakalayan ve toplumsal kesitlerle insan tiplerini daha değişik bir gergef içinde sunan polisiye yapıtlara ayıramıyor...
   Bizde ise Batı taklidi kokan bir iki örnek dışında, polisiye edebiyat, genel edebiyatımızın en öksüz kalmış bölümü... Çetin Altan, Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri adındaki yeni kitabında bu öksüzlüğün kapısını tıkırdatmaya çalışıyor..
   Amaç, yazılar bahçesinde eksikliği duyulan önemli bir türün, ilk fidanlarından birini dikmek.. Yazar, gazetedeki sütununda da pazar günlerini Rız Bey'in öykülerine ayırmıştı. Değişik kurgular içinde karmakarışık düğümlerle beklenmedik çözümlerinin gördüğü geniş ilgi karşısında, Rıza Bey'in öykülerini kitaplaştırmak kaçınılmaz oldu.
   Türk edebiyatının boş bırakılmış bir alanında Çetin Altan'dan bir hayli değişik ve özgün sayfalar okuyacaksınız.
   Bunu azgelişmişlikten gelişmişliğe doğru kurulmakta olan köprüde,  çorbada  tuz benzeri, iyi niyetli bir çaba olarak değerlendirmeniz dileğiyle..."

   diyor iç kapak. Pek hazzetmem kapak alıntılarından ama bu da öylesine şükela bir şekilde yazılmış ki yazmadan duramadım.
   Abartmıyorum üçbuçuk saatte bitti.
   Ustanın üslubu aynen köşesinde olduğu gibi inanılmaz akıcı (köprü trafiğinin aksine), tasvirleri hem kısa hem çarpıcı, hemen her bölümün başında yaptığı polisiyeyle ilgili olmayan toplumsal tespitlerle biraz köşe yazısına doğru kayma yapsa da işin içinde esrarlar, gizemler, cinayetler, zeka kıvılcımları, mahdut miktarda aksiyon da vardır.
   Rıza Bey; über naif ve sanki devamı gelse bizim şerlokumuz olacak bir kıvamda yazılmışken sonlara doğru bilemiyorum Usta balata mı sıyırdı ne ? yerli ceymz bond'a tevafuk ediyor. (Radyo vericili kalemler, kurşun atan kalemler, gps'li saatler (ilk basımı 1983'tür), hoplamalar, sıçramalar, "enterpol", sicily mafioso vs.)
   Neyse ne !... Harbiye Beşiktaş dolmuşunda beş seferde, Taksim-Sarıyer (41 küsurlarda) hattında iki seferde, köprü trafiğinde 1/2 seferde, Foça-Karaburun arasında (tekne ile) bir seferde  bitecek kesafette ve akıcılıkta, polisiyeseverleri gülümsetecek bir kitaptır.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

"Cam Hançer" Ruth Rendell

   İflah olmadan polisiye okuyorum. Bugüne kadar Kemal Tahir'den Nazım Hikmet Ran'a (inanmayan kontrol etsin) Lourıns Blok'dan Sör Artur Konan Doyl'a kadar geniş bir yazarlar silsilesinden taam ettim. Lakin bir türlü Rut Rendıl siftahlayamamıştım. İyiki de öyle olmuş.

   Hani tekdüze İngiliz filmleri olur ya, şöyle bir gözünüzün önüne getirmeye çalışın : donuk renkler, sürekli kapalı hava, sıkıcı İngiliz banliyö mimarisi, santim hesabı yapan, kişisel ilişkilerinde accaip mesafeli, zenginse snop, züğürtse tutuk heykel suratlı insanlar, berbat bir mutfak (düşünün, en karakteristik yemekleri çipsenfiş ve böbrekli börek !..), kurum kokusu, gri, sert skoç, vs.vs. İşte Bayan Rendıl böyle yazıyor.  En azından bu kitapta.

   Karakterler üzerinde iyi çalışılmış, kitap boyunca da yedirilerek veriliyor, olay örgüsü de aynı tutuk İngiliz filmleri gibi. Yine de bir şekilde akıp gidiyor kitap. Sonuna geldiğimde ise, her polisiye kitabın sonunda hissettiğim zihin boşalmasını yaşayamıyorum bir türlü. Çünkü okuduğum polisiye değil. İşin içinde cinayet olmasına rağmen iyi yazılmış bir psikolojik gerilim. O da beni açmaz. Sonunda; aklımda sadece maktüle saplandığında sapı kırılarak içeride bırakılan, camdan mamul "Murano Bıçakları" kalıyor.

15 Temmuz 2012 Pazar

"Vicky Cristina Barcelona" Grup olalım, grup iyidir !

 
   Vudi Elın var, İspanya'dan Havier Bardem Penelopi Kruz var, üstüne sos olarak Skarlet Yohansın da var. Fonda Barselona, yumuşak ışık, şükela müzikler, arızalı katalan şair ihtiyar baba var.
   "Amerikalı iki turist kız, yazı geçirmek için geldikleri Barselona'da egzantrik bir ressam ve daha sonra onun arızalı eski karısı ile tanışırlar ve olaylar gelişir" şeklinde duran sakin bir senaryosu da var.
   Varsın Bay Ellın "Maç Sayısı" kadar insanı şaşırtmasın, sarsmasın. Onunla kıyaslamayalım da bu da aslında fena film olmamış. Öyle fazla düşündürmüyor, yazlık bir film.

   Aşk, ilişkiler üzerine fazla kafa yormadan yapılmış, sadece Bayan Kruz'un arızalı hallerde sergilediği doğal oyunculuğu (bayılıyorum bu kadıncağızın o hallerine) için bile izlenebilecek bir eğlenceliktir.
   Yalnız Havier biraderimiz ne keneymiş kardişim. (naalaka diyenler bizahmet kenelerin cinsel alışkanlıklarını araştırıversinler)
   Başlıktaki alternatif afiş "bobiler" den apartılmıştır ve filmi çok daha iyi özetlemektedir.

"Yanılsamalar Kitabı" Paul Auster

   Can Yayınları'na göre "yazarın en iyi kitabı". Bilemem. En iyi karşılaştırmasını yapacak denli çok okumadım Bay Ostır'ı.
   Söyleyebileceklerim şunlardır :
  • Kitap sular seller gibi akmaktadır.
  • Herkesin içinde kendinden birşeyler bulması kuvvetle muhtemeldir.
  • Karakterlerin hepsi bir şekilde kayıptır, arızalıdır. Ama hepsini de sevdim.
  • Edebiyat düşkünleri yapılan alıntılarla kendilerinden geçecekler, Şatobriyan'a aşina olmayanlar, bu eksiklerini gidermeye çalışacalardır.
  • Frieda Spelling, Frida Kahlo mudur ? David Zimmer ve Hector Mann, Bob Dylan (Robert Allen Zimmerman) mıdır ? Bilmiyorum, bilmek istemiyorum.
  • Hayat saplantısı, ölüm saplantısı, intihar, suçluluk, kefaret, hedonizm, bencillik, digerkamlık, yaratıcılık, sanat, edebiyat, sinema, xanax gibi kavramlar hakkında düşündürücüdür.
  • Hikaye iki yönlü gelişmekte, bu da bize adeta bir sinemadaymışık (kelimeye gel !..) hissi vermektedir.
  • Kitabın sonlarında yer alan ''martin frost'un içsel yaşamı'' filminin iyi bir yönetmen tarafından çekilmesi durumunda kesin izlerim.
  • Kitabı okuduktan sonra bulabilirseniz geçen yılın sükseli filmi (nedense Demet Akalın beğenmedi bir türlü !) The Artist'i izleyin, pişman olmazsınız.
  • Uzun zamandır bilgi veren kitaplar okuyordum, az daha okuma soğukluğuna yakalanıyordum. Bu kitap tekrar tempomu hızlandırdı. (iki günde bitti) Plajda, otobüste, metroda, durakta heryerde okunur. Her türlü...
  • Bay Ostır'a aşina değilseniz ilk okuyacağınız kitap bu olabilir, kolayca ısınırsınız.
 

 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Hayattan Öğrendiklerim. (ver.1.1.1)

  • Sağlık iyi birşeydir.
  • Uzun ömür iyi bir şey değildir.
  • Başkalarına muhtaç olarak uzun yaşamak hiç iyi bir şey değildir.
  • Yaşlanmak, hele de çok yaşlanmak hiç de iyi değil birşeydir.
  • (aparat sıralaması da yıllara yayılarak takriben şöyle oluyor : yakın gözlüğü, takma diş, ortopedik yastık, baston, mesane pedi, yürüteç (walker), tekerlekli sandalye, hasta yatağı, havalı yatak, alt bezi, mesane sondası, mutfak robotu, burundan beslenme sondası, hazır mamalar ve finalde hidrofil pamuk ile çörekotu (acı ama böyle))
  • "El elin eşeğini ıslık çalarak ararmış" son derece şükela bir atalarsözüdür.
  • "Kurda "ensen niye böyle kalın" diye sormuşlar, "kendi işimi kendim yaparım" demiş" de hakeza idir.
  • 70'lerden sonra (yaş olarak) bilinç açısından kritik bir dönem yaşandığını tahmin ediyorum, hayat ilginç bir şekilde genç olduğumuz dönemlerden daha kıymetli bir hale dönüşüyor ve ona müthiş bir sarılma oluyor. Öyle ki diğer herşey bir teferruattan ibaret hale geliyor. Bu aşamadan sonra karakterde zıtlıklar ve bozulmalar meydana gelebiliyor. (misal çok pasaklı birinin aşırı titiz olması veya tam tersi (maalesef genellikle de tam tersi vuku buluyor))
  • İşte : melekelerimiz henüz keskinken yaşlılıkta maymuna dönmemek için radikal kararlar alınması gerektiğini düşünüyorum.
  • Tanrının bahşettiği canı almak kolay bir karar değil.
  • Lakin sağlık durumunuz ve gen mirasınız gibi durumların muhasebesini yaparak : 50'sinden sonra tütüne, 60'ından sonra "kuruya", 70'inden sonra "suluya" başlamak çok makul gibi görünmektedir. (bkz."Little Miss Sunshine" daki büyükbaba. (idollerimdendir)) Böylece bastondan (bkz.Md.5) sonraki aparatlara muhtemelen ihtiyaç duymayabiliriz.
  • Umarım sizler sağlıklı ve uzun yaşarsınız.

"Confessions Of A Dangerous Mind" Yoksa şizofren miyim ?

   Şimdi bu eski filmi niye bugün tanıtıyorsun diyenler çıkar ama ben dün seyrettim kardişim. Beğenmeyen küçük kızına almasın.
   Corc Kuluni'nin ilk yönetmenlik denemesidir.
   Yeni seyrettiğim için üzüldüm keşke 2002'de görseymişim.
   Bir televizyon programı yapımcısının (Chuck Barris) kuntastik yaşantısı konu edilmektedir. Çak Beris, filmle aynı adı taşıyan kitabını yazdığında CIA ortaya atılan iddiaları "Gülünç ve kesinlikle gerçekdışı" bulmuştur. Mr.Beris, yıllarca CIA'nın özel operasyonlarında tetikçilik yaptığını ve 33 kişiyi öldürdüğünü yazmaktadır. Acun Ilıcalı'nın sörvayvırda MİT tetikçiliği yaptığının ifşası gibi bişiy. Nereden bakarsan ilginç...
   Film de ilginçtir, evet 113 dakikanın sonlarına doğru biraz sarkmalar olur, hafiften (yorgunsanız) esneyebilirsiniz lakin :
(dönem olarak incelerseniz)
  • taa 70'li yılların başında televizyon dediğimiz aptal kutusunun nasıl gerçekten aptal kutusu haline getirildiğini merak ediyorsanız,
  • soğuk savaşın insanların bilinçaltını ve günlük yaşantılarını nasıl etkilediğini görmek isterseniz,
  • dönemin Birleşik Devletlerinde sansür mekanizmasının işlemesini irdelemek isterseniz,
  • bugün aptal kutusunda bize izlettirilenlerin nasıl evrim geçirdiğini gözlemleme isteğiniz varsa,
(sinema sanatı olarak bakıldığında)
  • ünlülerin nasıl figüranlık yaptığını merak ederseniz (Bred Pit ve Met Deymın resmen birer saniye görünüyor koca filmde ve göründükleri sahnede oldukça güldüm)
  • sekans geçişleri arasındaki şükelalık nasıl oluyor derseniz,
  • Sem Rakvel ve Driuv Berimuurun döktürmeleri ne güzel olurdu diye düşünürseniz,
  • Culya Rabırts'ı da bir fem fatal rolde izleyemedim şu cihanda diyorsanız,
  • Kafkaesk sokaklar sinemada nasıl görünürdü diye bir merakınız varsa,
  • Diyaloglarda sinema sanatı nasıl kullanılır ve izleyici nasıl kıllandırılabilir endişesine sahipseniz, 
izlemekte fayda vardır.

   Bir de : kast, müzikler, kurgu, oyunculuk falan da gayet iyidir. Başrolün femfatalle göründüğü her sahnede çalan Bethooven kulakları ve beyin kıvrımlarını gıdıklamaktadır.
   Film bittiğinde protagonistin (hadi bakalım gugıllayın biraz) bir tür vicdan azabıyla mı yoksa çocukluk travmalarıyla mı şizofreni geliştirdiğini arkadaşlarınızla tartışınız. Yok eğer anlatılanları anlatıldığı gibi kabul ediyorsanız daha da yazdıklarımı okumayınız reca ederim.
   Çekilebilirsiniz...

6 Temmuz 2012 Cuma

"Ağlama Palyaço Makyajın Bozulur-Müjdat Gezen Kitabı"

   İşte yine bir nehir söyleşi kitabıyla daha karşınızdayız bibliyofiller.
   Bu kez Halit Kıvanç sormuş, Müjdat Gezen yanıtlamış (üstüne üstlük Tan Oral da çizmiş).
   Aslında bu yazdıklarımın üstüne laf söylemek malumatfuruşluk olacak ama ağ güncemizin adı da öyle ne yapalım !

   Çocukluğum Fatih Çarşamba'da geçti, haftasonları Vefa Lisesinin oradaki açıkhava sinemasında az soğuk gazozlar içmedik, az alaskafrigolar lüpletmedik, arsalarda az oynamadık. Müjdat Gezen, hemşehrimdir. Doğrusu ben onun hemşehrisi sayılırım. O yüzden bu kitap diğer nehir söyleşilerin aksine çok kolay okundu bitti. Zira (ihtiyarladım mı nedir ? ne bu yahu "zira" ?) Fatih'te geçen bölümleri okumuyor adeta yaşıyordum. Bu arada konunun, yaşlılara özgü bir tarzla fazlasıyla kişisele kaymakta olduğunu panikle idrak ettiğimden, derhal kitaba geliyorum.

   Müjdat Gezen malumunuz. Halit Kıvanç da öyle. Tan Oral'ı bilen bilir. İşte Halit Bey'in önerisiyle İş Bankası da faydalı bir iş yapıp bu kitabı hayata geçirmiş. Yaşanan dönem, kitapta adı geçen kişiler çok renkli, yanında bir de Gezen'in yaptığı nükteler daha da renkli hale getiriyor okumayı. Not'ta bir örnek bilgi ve espri yer almaktadır. Yalnız Halit Kıvanç bu işi gerçek bir heyecanla yaptığından mıdır nedir bazen bir olay kitabın iki üç yerinde birden yer almakta gereksiz bir hacim büyümesine de yol açmaktadır. (Kıvanç Ağabeyimizin ekranlarda meşhur "suskunluğunun" kitaptaki yansıması da bu herhalde)


   Bundan sonra yazacaklarım tamamen kişiseldir. İstemeyen okumasın !

  Müjdat Gezen tarzı mizahı sevmiyorum (Bkz.Darbukatör Baryam). Tiyatrosundan da fazla hazzetmem (Bkz.Tatlı Bedüş). Ancak kendisinde öyle büyük bir hayat birikimi var ki ve asıl işi haricinde ortaya koyduğu eserler o kadar fazla ki kendisine ister istemez bir hayranlık besliyorum. O ki açtığı eğitim kurumu, yaşlı muhtaç sanatçılar için kurduğu "sanatçılar evi"nin giderlerini karşılamak için kızılderili kostümü ve makyajında akü reklamına bile çıkmıştır (da işin aslını astarını bilmeyenler "ne alaka"lar içinde kalmıştır). Tüm birikimini hem eğitim hem vefa (gerçek anlamında) için harcayan ve bunların yaşaması için hiç sevmediği halde "dizi" işinde olan bir adama saygı duyulmaz mı. Ben duyuyorum. "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" sevdiğim düsturlardan biridir.

Çok renkli kişiliklerin, civcivli dönemlerde yaşadıkları ilginizi çekiyorsa, yazın dahi okunur bir kitaptır.


NOT : Gezen bir gün aklına esmiş şiirlerini kasete okuyup piyasaya sürmüş, pek ilgi görmemiş. Panelde bir genç "Sizin şiir kasedinizi aldım, çok güzel" deyince, usta "Ha sen miydin O!" demiş.Koptum.

NOT : Gezen'den bir malumatfuruşluk : Tüy dikmek deyiminin etimolojisi : Eskiden Fransa'da büyük def'i hacetini giderenler eserlerinin üstüne bir tüy dikerler, yapıtları kuruyunca da bu tüylerden tutup ıraklara atarlarmış. Tüy dikmek de buradan gelirmiş. İlginç...

"Bir Rönesans Adamı-Doğan Kuban Kitabı"



   Müjgan Yıldırım sormuş, Doğan Kuban yanıtlamış, İş Bankası basmış.
   Güzel de olmuş.
   Prof.Doğan Kuban, mimari tarihi denince ülkemizde en başta gelen isimlerden (ve hatta tek isim). Müjgan Yıldırımsa basın odaklı çalışıyor ancak eğitimi mimarlık üzerine. Nehir söyleşiler güzeldir. Hem ilgi duyduğunuz birinin hayatı hakkında ipuçlarını içerir, hem yaşanılan dönem hakkında bir fikir verir, hem ilgi duyduğunuz kişinin dönemlere ilişkin bakış açısını görmenize yarar. Bir nevi herşeyi önünüze hap gibi koyar, fazla kafa yormanıza gerek kalmaz.



   İşte bu kitapta da "Genç Cumhuriyet"in başlangıcından günümüze hem bilimadamı hem aydın  portresini tam anlamıyla çizen bir kişinin, Doğan Kuban'ın hayatını gözler önüne sermekte. Sayın Yıldırım, konuya tam anlamıyla hakim ve dersine çalışmış bir biçimde son derece profesyonel bir tarzda sorularını soruyor Doğan Hoca da yanıtlıyor. Mimari hakkında didaktik olan soru/cevap bölümleri fakiri biraz daraltsa da herhangi bir romanın yanında rahatlıkla okunabilecek bir akıcılığa sahip.


   Kitabın yanında Hocanın Selimiye Camii hakkında bir sunumu da vardır. Koca Çerkes'i hayranlıkla selamlayarak izliyoruz.
   Mimariye ilgi duyanlara, merak edenlere, yakın tarihimiz hakkında karşılaştırma yapacaklara öneririm.

1 Temmuz 2012 Pazar

"Üç Aynalı Kırk Oda"

   Kitap kurdu olduğumu iddia ederim.  Tekaütlükten sonra haftada beşe çıktığım çoktur. En sıkıntılı dönemlerimde bile ayda ikinin altına düştüğüm olmamıştır. Altı yaşımdan beri böyle.  İlk defa Murathan Mungan'ın şiir olmayan bir kitabını okuyorum. Pek de büyük kayıp sayılmazmış.
   Mungan; üç öykülük bu kitabında kelimelerle topaç çevirir gibi oynamakta,satır aralarına bolca serpiştirilmiş aforizmalarla okuyucuya şenlikli anlar yaşatmaktadır. Lakin uzaktan bakılınca birbirleriyle ilintili görünen bağlar (Alice, Aliye, Ali, aynalar, aynalar, aynalar), yakından incelendiğinde yetersiz kalmakta, öykülerin akışı ise evlere şenlik bir hız sergilemektedir. Zaman zaman karakterlerin hissettikleri bir duygunun betimlemesi üç sayfa kadar sürebilmekte ve fakire saç baş yoldurtabilmektedir.
   Leman okuyanınız var mıdır bilmem. Orada Bahadır Boysal da çizer. Fazlasıyla kişisel ve uçtur. Meraklısı da vardır. Pek hazzetmem ama okumayı da ihmal etmem. Mungan'ın tarzı Boysal'ın tarzını çağrıştırıyor. Özellikle "Gece Elbisesi" çok rahatsız etti beni. Homofobik bir insan değilim, eşcinsel dostlarım vardır. Lakin metinde geçen "O damar, onun da içinde atmalıydı" veya "Ali, kendi sikini değil, başkalarının sikini istiyordu" türünden (ki öykünün tümü incelendiğinde bunlar oldukça masum tümcelerdir) ifadelerin aslında eşcinsel edebiyata zarar vereceğini düşünüyorum. Bu tarz cümlelerin; kararsız olanları hasım, meyyal olanları ajite edeceğini de düşünüyorum. Anlayacağınız durmadan düşünüyorum.
   Bu kitap tehlikeli. Cinsellik konusunda tabularınız varsa uzak durunuz. Çocuklara ve ruhu çocuk kalanlara önerilmez. Ha !.. Anais Nin, Erica Jong, Marki De Sade, Henry Miller ve (aslında ve esasında) Perihan Mağden'e aşina iseniz bir bakın derim.
   Bu arada eşcinselliğin edebiyattaki yansımalarının daha gerçekçi ve tokat gibi bir izdüşümünü merak edenler için Perihan Mağden'in "Ali ile Ramazan"ını hararetle öneririm. Çok gerçek, çok sert.