27 Şubat 2012 Pazartesi

"Macbeth" Benden geçmiş arkadaş.

ÖNEMLİ ÖNERME : Bu sayıklamayı aşağıdaki türküyü dinleyerek okursanız şükela olur..

    Yirmibeş yıl falan oluyor operaya gitmeyeli. Bir ara bayağı meraklıydım da ne oldu bilmem dünya gailesi falan girdi araya herhalde boşladık.. Opera merakımda; AKM'nin döner sahnesi ile İstanbul Festivali klasiği "Saraydan Kız Kaçırma"nın müthiş dekoru : Topkapı Sarayı'nın büyük etkisi vardır. Allahtan AKM yine hayata döndürülecek. Umarım o döner sahneyi yine görebilirim. Yirmibeş yıl önce gördüğüm son temsil  Karmen'di ve Eskamillo kemiksiz 90 okka, Karmen'cik ise temiz 80 okka vardı. Karmen'in masanın üzerine çıkması için arkadan iki kişinin desteklemesi gerekiyordu ve masanın ayakları pek kalındı. Eskamillo'da boğaların ıskalaması imkansız bir göbek vardı. Çok rafine bir müzik kültürüm olmadığından bu sahnelerde kendini tutamayıp güldüğüm için çevreden tepkilerle karşılaşmış ve içerlemiştim doğrusu. Neticede Napoliten değil Arnavut Çerkez karışımıyım ben kardişim. Operada görselliğe müzikten çok önem vermem doğaldır diil mi ? Neyse sadede gelelim. 
Arnavut
Çerkez

   Aradan geçmiş yirmibeş yıl. Bu arada arakolpa değişmiş elbette. İlk yurtdışı seyahatimde, buralarda bulamadığım Jethro Tull, Bruce Springsteen (patronu da severiz haa) kasetlerine, Bonnie Tyler plaklarına yatırdığım paralara (o dönemler bu materyaller Batıda buradakinden çok pahalı, adamlarda telif müessesesi çalışıyor tabiyki) millet hayret ederdi. Ben de onlarla hava atardım (havanı yesinler !..).  TRT 3'te "Gecenin Sesi" 12'den sonra hep açık, onunla uyurdum. Türkü duyunca tüylerim diken diken olur, Yurttan Sesler korosunu işitince içimde koşarak uzaklaşma arzusu belirirdi. 

   Zamanla insanın beğenileri değişiyor. Bir nevi köklere dönme temayülü herhal. Önce, bebelikten kulağımıza yer eden ninniler, ezan sesleri, çocukluk tekerlemeleriyle beynimizde şekillenen klasik Türk müziğine sonra güvercinim sayesinde türkülere meyyal olduk. Bu meyyaliyet zamanla iptilaya dönüştü. Derken çeşitli TSM, THM topluluklarında meşkler. Cin tonikten rakıya da geçmiştik zaten. Oldum; 30 sene önce burun kıvırdığım müzik dinleyen tekaüt prototipi... 

   Çok sevdiğim bir ablamdan intihal ettiğim düstur geliyor aklıma "İnsan yerdiğini yaşamadan ölmezmiş !".  

   Yine konudan uzaklaştık bak. Ankara'da yaşamaya başlamış olmamızdan ötürü (hüseyin bademe selamlar !), operayla müsemma bir sahne olduğunu bildiğimden, uzunca bir aradan sonra bir temsil görelim dedik.  Aradım taradım zuzumun da beğeneceği bir şey olsun, ben de görmemiş olayım, güvercinim de sıkılmasın diye Macbeth'de karar kıldım. Konu firfirikli, kan, ihtiras, cinayet, intikam, nedamet, adalet her şey var. Fotografilere baktım, kostümler gotik/ kütük, koreografi süpersonik, elektronik libretto da mevcut. "Oh tamamdır inşallah, Rabbim Macbeth dedi" oldum.


   Kalktım gittim opera sahnesine. İlk perdeden önce nefeslilerin akort seslerinde pek duygulandım doğrusu, "peh peh 25 yıl önce neydik yahu" falan dedim. Sonra oyuncular eski konveks hallerinden kurtulmuşlar, oldukça slimfitler. Kavdor/Glamis Baronu olsun, Makbet hanım olsun gayette formdalar, hançereleri de kuvvetli. Dekorlar minimal, kostümler, koreografi tatminkar. Elektronik libretto (firfirikli ismine bakmayın küçük bir perdeyle bir yansıtma gerecinden mürekkep, lakin pek kullanışlı bir icat. Sayesinde İtalyanca öğrenmekten kurtuluyosunuz) Orkestra falsosuzdu. Önceden pek çalışmadığım halde yanlış yakalayamadım.  Tek rasyonel kritiğim sahnenin alıştığımdan oldukça küçük olmasıydı.



   Ama birinci perdenin sonunu zor getirdim.


Opera mı kötülemişti. Bilakis.
Ben mi kötülemiştim. Zannetmem !..


   Herhalde değişmiştim... Anlamadığım şeyleri anlamaya çalışmaktan vazgeçmiştim. Tüm opera literatürünü hakketsem; bir "kırmızı buğday ayrılmıyor sezinden" tadı alamayacağımı, bir "bir kerre bakanlar unutur derdi günahı" hazzı yakalayamayacağımı idrak etmiştim. Operayı anlayanlara, öğrenenlere, sevenlere saygım sonsuz. Muhakkak ki çok seçkin bir sanattır ama önce benim olanı öğreneyim sonra sıra onlara gelir diyorum. Bir de benim sevdiklerimin öyle dekora, sahneye, koreografiye, orkestraya falan ihtiyaç duymamaları hoşuma gidiyor. Bir bağlama ya da ud yeterli. Sonrasında uçuruyor. Arada lubrikant olursa beyaz bardakta terleyen, turboya bile geçiyorsun. 


   Mevzu feci dağıldı. Bunu Şaşmaz Sanayide bile toplayamazlar. Makbetten nerelere !... 
   Neyse Ankaralı operaseverler, Makbet'i temaşa ederlerse pişman olmazlar deyip bağlayalım.
   Demirbank hayırlı işler diler. Demirbank, güveninizin eseri... (bir de o vardı dimi ?)





   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder