9 Şubat 2012 Perşembe

"Bıçağın Ucu" Attila İlhan ve Bugünlere Göndermeler




".... Türkiye devrimci ve layik bir ülke olmuştu, halbuki bu gün aç radyoyu dinle, iki günde bir ezan, Kur'an ve Mevlit ! Bu kadarı fazla kaçmıyor mu biraz ? Anadolu'da okul yapmayı bıraktılar, cami yapıyorlar. Kuracağız diye övündükleri hürriyet rejimine gelince...
   Hangi hürriyet rejimi ? Yeni kurulan düzen, ilk bakışta açık ve aydınlık bir düzen gibigörünüyor gerçi, söyleyecek sözün varsa söylüyor, eleştireceğin şeyi eleştiriyorsun, ama bu serbestlik aslında seni daha iyi "mimlemelerinden" başka bir iş yaramıyor. Bir kere mimlediler mi, tamam, tüyler ürpertici bir baskı aygıtını el altından harekete geçiriyorlar, bu seni yerle bir edinceye kadar sürüp gidiyor.
   Sosyal adalet isteyen kim, Sosyalist Partisi mi ? Derhal kovuşturuluyor. Liderleri en akla hayale gelmez suçlamalarla tutuklanıyorlar. Gazetesi "Gerçek"e o kadar çok dava açılıyor ki, zaten zor ayakta durabilen gazete, yayınını kesmek zorunda kalıyor. Barış isteyen kim, Barışseverler Derneği mi ? Hemen derneği kapatıyor, ileri gelenlerini içeri atıyorlar, dergileri "Barış" da artık yasak. Kim güvenlik ve eşitlik istemiş, bazı aydınlarla sanatçılar mı, al sana koskoca bir komünistlik davası; zincirleme tutuklamalar, birbiri ardınca basılan evler, götürülen, yıllarca hapse mahkum olan aktörler, üniversite hocaları, şairler ! Oy demokrasisi olsun da, partiler iktidara seçim sonuçlarına göre gelsin diyen kim, Millet Partisi'yle Halk Partisi mi ? Birisi resmen kapatılıyor, ötekisinin neyi var neyi yoksa, el konuyor.
   Peki ya basın özgürlüğü, ya radyo ? Radyo çoktan Menderes'in papağanı olmuş. Kendilerini desteklemeyen gazeteleri yola getirmek için, şeytanın aklına gelmeyecek dolambaçlı yollar deniyorlar : kağıt vermemekten, resmi ilanlarını kısmaktan başlıyor bu baskı, gizli açık dağıtımının engellenmesine, gazetecilerin ağır cezalara çarptırılıp hapsedilmesine kadar uzanıyor. Hürriyet rejimiymiş ! Hürriyet değil, büyük sınavlar rejimi; ya direneyim derken kırılıp dökülüyorsun, ya ortalığı samış dehşet havası içinde, sen de başlıyorsun özünden bir şeyler yitirip çürümeye !.."


   Ben demiyorum, üstad neredeyse kırk yıl evvel yazmış. 

   "Aynanın İçindekiler" serisine "Bıçağın Ucu" ile başladık. Aman yareppim nasıl karamsar bir hava, ne bedbin protogonistler, nasıl sefih bir atmosfer. 
   İlk sayfalar sürüne sürüne ilerledi. Araya iki polisiye bile sıkıştırdım.  Sonra tulumbadan su basmak gibi güldür güldür gelmeye başladı.  Tamam geriye dönüşler (ecnebilerin fleşbek dediklerinden) pek ani ve çok sık, insan nerede olduğunu şaşırıyor. Ancak tasvirler, karakterler, aniden geliveren siyasete yönelik tespitler/yorumlar pek kallavi. 

   Olayların geliştiği zaman konusunda, üstte yaptığım alıntı herhalde aydınlatıcıdır. Ancak alıntının yapıldığı 236 ncı sayfadan  sonra Yüzbaşı Demir'in 256 ncı sayfalarda (Bilgi Yayınları basımında) yaptığı kurtuluş savaşını gerçekleştiren kadrolara yönelik özeleştirilerin de  okunması, idrak edilmesi gerekir. 
   Alt metinlerde üstadın zurefalık kurumuna, beygir dişli, damarlı elli hanımlara yaptığı değinmelerden anlıyoruz ki "Leman / Haco" tiplemeleri daha o zamanlardan şekillenmeye başlamıştır. 
   Alıntının yaptığı çağrışım sizlere tanıdık geliyor mu ? Satırların yazıldığı yıl 1973, olayların geçtiği yıl 1960'tır. Nedir : bazı şeyler hiç değişmiyormuş....


   Haydi iyi okumalar....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder